ANTAKYA'daydım.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ile beraberdik.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kalabalık bir heyetle şehre gelerek; "Asrın İnşası Türkiye'nin Başarısı: 455 Bin Konut Tamam" töreniyle ev ve iş yerleri sahiplerine teslim etti.
Ben de izlenimlerimi yazdım.
Bu yazıdan sonra çok sayıda mesaj aldım.
Kimi teşekkür ediyordu, kimi destekliyordu; eleştirenler de vardı.
Ama neredeyse hepsinin ortak bir cümlesi vardı.
"Eski Hatay yok."
Haklılar.
Eski Hatay, bildiğimiz haliyle belki yok.
Bazı sokaklar yerinde ama başka bir dokuya sahip.
Bazı binalar aslına uygun yapılmış, bazıları ise yeniden tasarlanmış.
Haberin DevamıAma bir gerçeği de gözden kaçırmamak gerekiyor.
6 Şubat'ta sadece binalar yıkılmadı.
Bir şehir, bir hafıza, bir yaşam biçimi yerle bir oldu.
Böylesine büyük bir yıkımın ardından, hiçbir şehir kaldığı yerden devam edemezdi.
Hatay da edemezdi.
Bu yüzden yapılan şey, sadece "eskiyi birebir kopyalamak" değildi.
Bu, mümkün de değildi.
Yapılan şey; insanları yeniden evlerine kavuşturmak, hayatı yeniden başlatmak, umutla nefes alınabilecek alanlar oluşturmak oldu.
Devlet büyük bir kaynak ayırdı.
Yeni evler yapıldı, yeni iş yerleri kuruldu.
Okullar, yollar, altyapılar yeniden inşa edildi.
Bu bir zorunluluktu.
Çünkü hayat, beklemiyor.
Ama şimdi başka bir eşikteyiz.
Artık sıra bize geliyor.
Bu yeni binalara eski Hatay'ın ruhunu katmak bizim işimiz.
Sokaklara o tanıdık sesleri, çarşılara o eski telaşı,
pencerelere o sıcaklığı geri getirmek hepimizin işi olmalı...
Bu binaların değil, insanın yapabileceği bir şey.
Biliyorum, kolay değil.
Böylesine büyük bir acının ardından yeniden başlamak insana ağır geliyor.
Bazı sabahlar aynı şehirde uyanıp kendini yabancı hissetmek mümkün.
Ama hayat, bütün kırılganlığıyla devam ediyor.
Ve biz, bu hayata tutunmak zorundayız.
Hatay artık eski Hatay olmayabilir.
Ama Hatay, hâlâ Hatay.
Şimdi görevimiz, bu yeni Hatay'ı sadece ayakta tutmak değil; ona yeniden ruh üflemek.
Haberin DevamıGAZETECİLİK HÂLÂ BİR VİCDAN MESELESİ
SON yaşananlar ister istemez bizim mesleği de yeniden sorgulatıyor.
Bu sorgulama beni rahatsız etmiyor. Aksine, iyi geliyor. Çünkü gazetecilik, arada bir durup aynaya bakmadığında yolunu kaybeden bir meslek.
Medya eleştiriyi sert yapar.
Dayanışma başka sektörlerde daha fazladır, bizde ise çoğu zaman daha sınırlıdır. Rekabet fazladır, bireysel başarılar öne çıkar, vitrin dardır. Bu yüzden medyada acımasız bir eleştiri kültürü oluşmuştur. Bunu anlamak zor değil.
Gazeteciliğe başlayalı 38 yıl oldu.
Bu sürede neler görmedik ki...
Daktiloyla başladık, bilgisayara geçtik.
İnternet geldi, oyunu tamamen değiştirdi.
Tek kanaldan özel kanallara, radyolara geçtik.
Haberin DevamıGazetelerin haber siteleri açıldı.
2010'larla birlikte sosyal medya hayatımıza girdi ve medya bambaşka bir şeye dönüştü.
Bugün artık tek kaynaktan beslenen bir medya yok.
Haber her yerden geliyor.
Ama bütün bu değişimin ortasında benim inandığım bazı gerçekler hiç değişmedi.
Mesleğin özü değişmedi.
Haber, haberdir.
Ve bir de haber namusu vardır.
Bu laf kulağa eski gelebilir ama eskimedi.
Gazetecilik; hızla yarışırken aklı geride bırakmamayı gerektirir.
Popülerlikten beslenirken mesafeyi korumayı gerektirir.
Güçle temas ederken bağımsız kalmayı, kalabalıkla konuşurken yalnız kalabilmeyi gerektirir.
Bugün medyada yaşananlara, ortaya saçılan tartışmalara, sesini yükseltenlerin gürültüsüne fazla takılmıyorum. Siz de takılmayın. Çünkü biliyorum ki hiçbir meslek, hatalarından ibaret değildir.
Haberin DevamıYanlış yapanlar vardır ama bu, doğruyu arayanları görünmez kılmaz.
Bildiğim bir şey var.
Habercilik ilkesiz yapılmaz.
Kaynağıyla, diliyle, niyetiyle bir sınırı vardır.
Ve içerik hala kraldır.
Algoritmalar değişir, mecralar değişir, alışkanlıklar değişir.
Ama iyi haber yerini bulur.
Meslek uzun bir yolculuktur.

4