Çünkü Urla zaten Urla'dır

Urla'da festival zamanı geldi.

Ve konu Urla olunca, sadece bir festivalden söz etmiyoruz.

Bir kültürden, bir topraktan, bir direnişten söz ediyoruz.

25-27 Nisan'da Urla Enginar Festivali'nin 11'incisi düzenlenecek.

Ama bu yıl bir farkla; atık sadece bir festival değil, bir "kültür aktarımı" organizasyonu felsefesiyle yapılacak.

Üstelik bu sene çatının adı da konmuş. GastroFarmUrla.

Belediye Başkanı Selçuk Balkan'ın söylediği bir cümle beni etkiledi.

"Bugün burada olan gastronomi zenginliğinin sebebi, bu topraklara göç eden insanların getirdiği kültürdür."

Evet, tam da bu yüzden bu festival sadece enginar değil, bir hafıza meselesidir.

Çünkü Urla'nın tadı, sadece enginarda değil...

Göçle gelenlerin çeyizinde, göçle gidenlerin geride bıraktığı sofralarda.

Haberin Devamı

Ama gelin biraz gerçek konuşalım.

Biz Alaçatı'ya ne yaptık, hepimiz biliyoruz.

Taş evin önüne plastik masa attık, "Butik otel" dedik.

Üç yıl içinde Alaçatı'yı bir açık hava AVM'sine çevirdik.

Şimdi aynı şeyi Urla'ya yapmayalım.

Urla'nın buna ihtiyacı yok.

Çünkü Urla zaten Urla'dır.

Ve Urla, "olmaya çalıştığı şey" değil, korunduğu sürece kıymetli olan bir yerdir.

Başkan "direneceğiz" diyor.

Tohum desteğinden, zeytin çiftliklerinden, imara açılmayan tarım alanlarından bahsediyor.

Bunları duymak bile bir umut.

Çünkü bugün bu ülkede en kıymetli şeylerden biri; toprağa sadık kalmak.

Urla'nın kendine ait bir ritmi var.

Bir yavaşlığı, bir inceliği, bir kendiliğinden hali...

Orayı güzelleştiren şey, İstanbul'un hızını oraya taşıyanlar değil; İstanbul'un hızından kaçanların oraya saygı göstermesidir.

Urla gastronomiyle kalkınmak istiyor.

Sanatla, mimariyle, kültürle ve doğayla da fark yaratmak istiyor. Yani taş evin yanına dev çelik kolon dikmeden; zeytin ağacının gölgesine otopark yapmadan bunu yapmak istiyor.

Bu yıl festivalde şefler, üreticiler, akademisyenler konuşacak.

Biz de Urla'ya bakacağız.

Ve diyeceğiz ki...

"Güzel bir şey başladığında, onu hemen betonla kaplamayalım."

Bırakalım, yeşerdiği gibi büyüsün.

Ve bu defa ne olur...

Urla'yı Urla gibi bırakalım.

Haberin Devamı

Urla'nın kendi ritmi var unutmayın

Türkiye'nin artık hızdan kaçan bir ruhu var.

Kimi Cihangir'den, kimi Nişantaşı'ndan, kimi Maslak'tan sıkılmış. Biraz yavaşlamak, biraz nefes almak istiyor. Ve sonra rotasını Ege'ye çeviriyor.

Kimisi Alaçatı diyor, kimisi Seferihisar ama son yıllarda Urla öne çıkıyor.

Bakın, Urla öyle trend diye konuşulacak bir yer değil.

Urla, bir duygudur.

Bir temposu, bir yürüyüşü, bir kokusu vardır.

Sabah erken saatlerde fırından çıkan ekmeğin kokusuyla başlar Urla.

Köyden gelen pazar arabasının teker sesiyle devam eder.

Sonra güneş biraz yükselir, zeytin ağaçları arasında rüzgar gezinmeye başlar. Ve işte o andan itibaren Urla, kendi ritmine geçer.

Ne hızlıdır, ne yavaş.

Haberin Devamı

Gösterişsiz sade bir güzelliği vardır.

Urla, her şeyin olduğu gibi olduğu bir yerdir.

Urla'nın bu sade ritmini bozmaya çok meyilliyiz.

"Biraz daha restoran, biraz daha otel, biraz daha yapı" dedik mi, o ritim kayıyor.

Urla, başkalarına benzemeye başladıkça; kendine benzemez hale geliyor.

Urla'nın gücü doğal olanı korumaktan geliyor.

O yüzden gastronomiyle büyümek istiyor.

Sanatla, bağla, zeytinle, kültürle anılmak istiyor.

Aslında Urla "gelişirken değişmemeyi" başarıyor.

Bu Türkiye için çok yeni bir şey.

Urla'da saate değil, gölgeye bakılır.

Çünkü burada hayatın ritmi saate değil, mevsime, toprağa ve rüzgara ayarlıdır.

Ve lütfen...

Bu ritmi bozmayalım.