Kaz meselesi

Anneannem benim cennetimdir, hep o gelir yazıma.
Osmanlı kadındı, iki savaş görmüştü. Geylâni edebinde yetişmiş, genç sayılan bir yaşta dul kalmış, üç çocuk büyütmüş, oğulları biz yabancı adam istemeyiz deyince kaderine razı olmuştu...
Evde misafir yoksa yer sofrasında yemek yerdik. Müthiş bir aşçıydı, bir ekşili köfte yapardı, efsaneydi. Bir ciğer dolma yapardı, parmaklarınızı değil kolunuzu yerdiniz. Elde açtığı böreklere "beste" diye ödül verilmezse namerdim.
"Evladım biz deden yaşarken hiç ailecek yemek yiyemedik, her zaman misafirle doluydu masamız, böyledir örfümüz âdetimiz" derdi. Komşu kadınlar o şekerpâre yaptığında kapıda sıraya girerlerdi. "Artık fazla kalabalık sevmiyorum" derdi, "çok değişti dünya, hengâme oldu, biraz başını dinlemeli insan." Ama Selanik Türküsü duyduğu zaman bir gençlik gelirdi üstüne. Ciddi kadındı, gülümsediği zaman dünyalar benim olurdu. Fakat arada kaybolur giderdi. Peşinden usul adımlarla gidip bakardım ki namaz kılıyor.
Bir kere bile gel benimle kıl demedi. Ben namazı onun huşû vaktinden öğrendim. O konsantrasyonu istedim yıllar sonra, taklitten değil epey tahkikattan sonra, kaz kafam yumuşayıp açıldığında...
İstedim yalan yok, secdeye kapanacaksam onun kadar sevdalı olsun istedim.
Kolay değildi...

Pirim anneannem, geleneğimdir kendisi, Yeşil Hoca diye birini sevgiyle anardı. Yeşil Hoca, Küçük Valide camiinde vaaz verirmiş, bütün kadınlar ona hayranmış. Adamı çekememişler, ötelemişler. Kendimi idrak edince açtım, Yeşil Hoca'ya baktım.
Şemsettin Yeşil, Geylâni nesepten ehlibeyt sever bir zat imiş. Gençliğinde İstiklal Mahkemesinde yargılanmış. Menderesçiymiş, 27 Mayıs darbesi ona da çatmış. Sohbetlerinin cazibesinden rahatsız olanlar çatır çutur konuşmuşlar, o da sohbet halkasına çekilmiş. Şöyle demiş:
"Şeytanı en çok üzen şey 'hilim' sahibi, yumuşak huylu, şefkatli âlimdir. Zira öylesi âlim, hâl ile konuşur, sustuğu vakit hâl ile susar."
Anneannemi düşündüm, öyleydi. Öyle bir susardı ki konuşmaya cesaret edemezdim. Anlardım ki başka bir boyuta çekilmiş ve ancak o istediği zaman buraya gelecek ve bana "nasılsın canım" diyecek, işte o an dünyalar benim olacak...
Anneannem Yeşil Hoca'yı boşuna sevmemişti.

27 Mayıs denince Yassıada gelir hatırıma. Çocukluğumun saklı dergilerinde üçgen kalaslarda ak kefenleriyle sallanan insanların adası.
Kınalı Ada'dan baktığınız zaman sinsi bir timsah gibi görünür. Avını bekleyen bir cadaloz.
Yıllar önce sivil aksiyonerler orayı demokrasi adası yapma fikrini öne sürünce, aman para da kazanılsın diyerekten taşa toprağa beton basmadan evvel...
Tabiat canlanmış, çiçekler açmış, kuşlar şakımaya başlamıştı. Ada diğer adaların aksine parasız yüzülen, piknik yapılan, bir sayfiye alanına dönüşmüştü.
Yassıada'yı bir hafıza mekânı, darbelerle yüzleşmek, Türkiye siyasal tarihindeki travmaları anlamaya çalışmak için kullansaydık bu bizim için eşsiz bir fırsat olacaktı.
Geçenlerde CHP'li Adalar Belediye Başkanı müzecilik alanında isim yapmış birtakım uzmanları da oraya davet etmişti.
Ona göre Yassıada'nın bir "hafıza mekânı" olduğunu iddia edenler iktidarı desteklemiş oluyorlardı. Ayrıca toplantıya davet edilen uzmanlar da aynı şeyi söylüyorlardı.