İnsan Tarikatı

Tarik yol demek, tarikat yol okulu. Yani bir yol var, orada anlaşabiliriz. Bu yol insanın hayatta erginleşmesi hem huy hem ruh olarak güzelleşmesi, ışıldayan bir bilince ulaşarak ne yaptığının ne ettiğinin farkına varmasıdır desek yanlış olmaz...
Tamamlanmış insana, bizim medeniyetimizin diliyle insan-ı kâmile uzanan bir seyahatten bahsediyoruz.
Bilakis büyük laflara gerek yok. Nereden geldim, nereye gidiyorum diye soran insanın hâl ve gidişidir bu. Sorgulayan, yaşamın mânâsını anlamaya çalışan her kişinin kendine göre bir yolu vardır. Bütün dinler bunu anlatır. Hint felsefesinin de özeti budur.

Tabii odasını çöplük eden evlâdımızın, "Bana karışamazsın, bu benim yolum, my way!" şeklindeki sivilceli hırçınlığının bahsettiğimiz yolla bir alâkası yoktur. O yol değil anlattığım. O tasavvufun bilgi kırıntılarını araklayan kişisel gelişimcilerin uydurması. Bireyi bilgisayar kullanan bir primat durumuna indirgeyerek tüketim toplumunun gözü kara aparatı haline getirmişlerdir...
Çünkü şu dijital kapitalist hegemonyanın istediği insan tipi budur. O nedenle depresif bir "Ben Nesli" yaratmışlar ve o nesli sos-medyada "layklara" boğmuşlar, hepimizi de o kapana kıstırmışlardır.
İnsanlığı keçi bacaklı içgüdülerin kölesi haline getirmek ve içindeki vahşi güçleri serbest bırakmak üstüne kuruludur o sistem.
Hırs ve ihtiras da böyledir. Hırsı olmayana, merhamet yolunda yürüyene ezik muamelesi yapılır.
Aşk bahsi de öyledir. Sabah âşık olup akşam terastan itilenler vardır. Birkaç gecelik aşklar ekranlarda arzı endam eder. "İlahi Aşk" derseniz, ona hem dijitaller hem de bizim selefi meşrep ehli hiddet takımı diş biler. Yani büyük aşklar romanlarda, belki sadece Hüsnü Aşk'ta Galip Dede'de falan kalmıştır...

Yol dediğimiz aydınlanmayı işaret eder. İnsanın aydınlanması. Ne yaptığının, niye yaptığının, ne söylediğinin farkına varması... Ağzından çıkan kelimelere sahip olması...
Aydınlanma yoluna giren insan kendiyle yüzleşir. Hayatını gözden geçirir. Bu uzun süreli terapiye girmek gibi bir şeydir. Kişi çocukluğunun travmalarına dalar, iç denizinin fırtınalarında yüzer, bugüne çıkar. Her çıkışında daha bir hafiflemiş daha bir barışık olmuştur.
Ama yol bitmez, dünyadaki seyrüseferimizin son durağına dek sürer gider...
Bizim has tasavvufumuz bu işin bilimini yapmıştır. Şekil şemail değil "özbenimizde" neleri keşfedeceğimiz üstüne konuşmuş, "Bu âdem dedikleri El ayakla baş değil Âdem mânâya derler Suret ile kaş değil" demiş, noktayı koymuştur. Türkmen Kocası Yunus Emre saf Türkçeyle buna "kendözüm" adını vermiş ve kalbimize doğru gül kokan bir nefesle, aşgınan konuşmuştur.