Hırtapoz
Hiç buğday tarlasında yattınız mı Öyle başakların arasına. Topraktan korkmadan bir dost gibi. Karıncalar dolaştı mı ellerinizde. Çayırlara uzanıp otların köklerini emdiniz mi Bir deve dikenini soyup özünü yediniz mi hiç
Yaz öğle sıcağında tavukları izlediniz mi, öyle düşünceli, gölgelerde. Ferah bir esinti çıksın diye, "Haydar Haydar," bir İslam felsefesi mesabesinde. Güvercinleriniz oldu mu sizin Paçalılar, paçasızlar, yüksekten uçanlar, taklacılar. Yumurtadan yeni çıkan yavruları aldınız mı avcunuza Büyük bir acının ertesinde, kolunuz kırıldığında mesela, serçelere sapan taşı attığınız için mahcup oldunuz mu siz Kelebekler kondu mu omzunuza
Yoksa hikâyesiniz, kıvranmayın boşuna.
Ayçiçeği tarlasının ortasında ilk sevgilinizi öptünüz mü, başınız döndü mü bulutlarla dans. Paçalarınızdaki çamurları çitileyerek bir ilkbahar, Beyoğlu'na çıktınız mı, Çiçek Pasajı'nda cıvalı midyelerden mütevellit kapanıp tuvalete, Türk Sanat Müziği söylediniz mi bağırarak. Cebinizde abonman bileti, birtakım kuruşlar, sinemanın birinde frigo yiyip...
Sabah ezanında dantel mimari bir caminin serinliğinde sabun kokularıyla diz çöküp, ak tülbentlere sarınmış kadınların ilahilerini dinlediniz mi ha Sümbül kokusu, Sümbül Sinan, faraza...
Sonra çıkıp mahalle takımıyla şampiyon oldunuz mu toprak sahada. Kızlar sizi izlemeye geldi mi O Kızılderili'ye benzeyen kıza deli gibi tutulup evinin önünden bir aşağı bir yukarı, pos bıyıklı babası çıkıp nefes nefese kovalayana dek sizi.
Aşureler gelirken komşudan, paskalya yumurtaları, dört kitabın dördüne hürmet, mahallenin en tarçınlı kızı yanağınızı okşadı diye yüzünüzü yıkamayı reddettiniz mi, söyleyin bana.
Eğer değilse, boşa konuşuyoruz burada...
İstanbul böyle bir şehirdi unuttunuz. Bahçelievler bahçeliydi, asırlık ağaçların altında mesire. Gür gür akardı çeşme, bir çocuk düşüydü dere, mısır tarlalarında saklambaç.
O ağaçları kestik, o pınarı kuruttuk, o dereyi kanalizasyon ettik, öyle kapandık tıkış tıkış terli betonlara. Apartman diyemiyorum, çünkü gördüm o ne demek eski Aksaray'da. Samatya, Fatih, Kasımpaşa'da. Üsküdar, şiirli sırma.
Belki bundan, belki de ondan bilmiyorum, hayatın neşesi kaçınca usturubumuzdan, içimizdeki hırtapoz çıktı ortaya! Onu kovaladı, bunu iteledi, diğerini çürüttü demir kafeslerde. Özenti, aval, vur kır darbe...
Gözlerde nefret, yüzlerden akardı insan olmayan illet. Öyle bir illet ki, kalpleri kıra kıra ilan edilmemiş bir savaşın utancı tenimizde. Tenimizde o kara leke.
Ne deterjanlar harcadık da çıkmadı, çıkmaz, insan kendinle yüzleşmedikçe. Yüzleşmedikçe insan kendinle, diz çöküp af dilemedikçe, özür dilemedikçe bitmez travma. Bu öfke patlamaları, bu linç, bu homur homur kabarma. Bu kibirden şişmiş hırtapoz gitmez bir yere.