Faydalı Kişilik Bozukluğu
On beş sene filan önceydi. Muhafazakâr genç entelektüeller yeni ortaya çıkmıştı. Deli gibi kitap okuyorlar, her konuyu geniş bir bakış açısıyla tartışıyorlar, edebiyatın tüm birikimine kucak açıyorlardı. Çoğu, evrensel çapta eğitim seviyesini tutturan seçkin imam hatiplerden mezun olmuşlardı. Onlarla oturup konuştuğumda ahir ömrümde içim sızlayarak aradığım yeni bir kültürel atılıma şahit olduğumu düşünmüş, sonunda bu ülkenin postalla baskılanmış fikir hayatının prangalarını kırıp filiz açtığını düşünmüştüm. Cemil Meriç ile Yaşar Kemal'in, Nazım ile Peyami Safa'nın soğuk savaş hatıralarının solduğunu, düşüncemizin 'Berlin Duvarlarının' yıkıldığını hissetmiş, göğsümde görülmemiş güzellikte bahar çiçeklerinin açtığını sanmıştım.
Ütopik bir adamdım, gene yanılmıştım...
Hayatım bir yanılgılar silsilesiydi aslında. İstanbul'un ücra arka semtlerindeki ergenliğimde ne kadar çok küfür edersem Anadolu'dan yeni göçmüş arkadaşlarımın arasında prestijimin o kadar yükseleceğini düşünmüş, "istirham ederim" diye konuşan aile kültürümden uzaklaşmış, en ağzı bozuk çocuk rolü yapmış yine yaranamamıştım. Adım hep "hanım evladı" kalmıştı. Onlar hemen tanıyorlardı apartman çocuklarını. Mesela teke tek kavga ederken rakibi yere düştükten sonra bir de yüzüne tekme atmayanı...
12 yaşıma kadar himayesinde büyüdüğüm anneannemden aldığım dergâh terbiyesini, gizlice kulağıma fısıldanan "sen derviş torunusun" edebini, o yaşta anca yanına taşınabildiğim akşamcı babama yaranmak için terk etmiştim. Ama nafile! Hovarda peder hep bir tür takiyeli irtica gözüyle bakmıştı bana. Uzak, azarlayıcı ve daima hiddetli. Her ne kadar okullarda takdirname alsam da küçümseyici bir alayla yanardı elâ gözleri.
Babama isyan bayrağını kaldırmaya cesaret ettiğim yıllarda aldım sosyalist bir yıldız taktım yakama. "Bir daha anama bağırmayacaksın" dedim de ona, nasıl bir şaşkınlık yaşadı ama! En mutlu ve de evet en sızılı bir andır bu hayatımda. Çünkü birden, "haklısın be evlat" demesini beklemiştim, açlığını çektiğim sevgiyle sımsıkı sarılıp da bana...
"Ne Amerika Ne Rusya Bağımsız Türkiye" diye yazılar yazdım sonra lisenin duvarlarına. Babamın diktasına bağırıyordum duvarlarda aslında. Tabii bir de lisenin en güzel ve de devrimci kızına aşıktım, o da vardı haddizâtında.
Ayakkabılarımda kırmızı boyalarla (!) gidip arkadaşlık teklif etmiştim de ertesi gün. Kız yüzüme bakmamıştı, bu da yazılıdır beş ciltlik kişisel hayâl kırıklıkları kitabımda.
Sonra savurdum kendimi üniversitelere, sokaklara, nümayiş tozlarına. Felsefeler, büyük romanlar okudum. İtiraf ediyorum şimdi, her vatan evlâdı gibi şiir de yazdım. Kahrolası düzen değişsin diye şenlikli bir seher yelinin peşinde, kardeşlik ve hakça bir paylaşım...