Ayyar

Yağmur şehre çok uzun süre ertelenmiş bir yüzleşme gibi âniden indi.
Bahçedeki yeşil parladı, yasemin başını eğdi. Dalgalar rıhtımda, kaya arasında boy vermiş incir ağacını tuzladı. Caddede ıslak bir motor sesi üstüme maziyi sıçrattı...

Bu şehrin sokaklarında avare ve evsiz dolaştığım zamanlardı...
Hafif "kontak" bir arkadaşım vardı, şiir yazardı. Açlığa tahammülsüz biriydi, karnı acıkınca bizim sokak âdabımızda yapılmayacak şeyi yapar, ondan bundan yemek ısmarlamasını isterdi. Biz de onu aramızdan kovardık. Ama o peşimizi bırakmazdı. Sonraki yıllarda tam sıyırdı, ihtiras denizinde kendini kaybetti, abuk sabuk hayatlarda kayboldu gitti.
Ona kızmamızın nedeni kıt kanaat geçinmeyi düstur edinmemizdi. Bohem bir hayatı oynuyorduk ama dervişane bir ahlâkımız da vardı. Az yiyor, az uyuyor, "sistemin" kenarında yaşamayı bir onur sayıyor fakat çok konuşuyorduk!
Öyle denir, az bilen çok konuşur...
O şair arkadaşım bizim grubu anlatan "Seçkin ve Serseri" başlığında bir şiir yazmıştı. Bugün internette sağa sola bakınırken önüme "Ayyar" kelimesi çıktı. Şöyle bir tanıma rastladım:
Arapça bir kelime olan "ayyar" sözlükte, "çok gezip dolaşan, zeki, kurnaz, gözü pek ve atılgan kimse" anlamlarına gelmekte. Ayyarlar, özellikle Horasan Melâmiliğine bağlı zümrelerle olan münasebetleri sebebiyle, mürüvvet ve fütüvvet ehli için kullanılan fityan (mert, cömert, ahi) tâbiri ile de anılmışlardır. Müspet mânâda, daha çok meddah hikâyelerinde halk kahramanı olarak geçen ayyar, bazı kaynaklarda civanmert, doğru sözlü, iyilik sever, maharetli, sufiyâne hayat süren bir topluluk da denmiş...
Tabii "Ayyar" kelimesinin kolesterol varyemezi tiplerce, "serseri ayol, başıbozuk işte!" şeklinde kullanıldığını da belirtmeli...

İstanbul'un ve de Necip Fazıl'ın kaldırımlarında derbeder ama dibine kadar özgür bir gölgeyi kovalarken kendi medeniyetimize o denli kör olmasaydık AYYAR diye bir şiir yazardık diye düşündüm. Çok da yakışırdı o hırpani ve de kırık filozof hâllerimize. Çünkü çantamızda kitaplarla gezerdik, ağır entel ve elbette ki tuzu kuru abilerin masasına oturup bütün mezelerini silip süpürür, karnımız doyunca da tartar konuşur, herkesi bîtap düşürürdük. Cepte para yoktu ama deli bir yaşam sevinci vardı ayyarlığımızda...
Herkesin daha fazla konfora, afraya tafraya tepe üstü düştüğü şu zamanlarda, "ayyar" güzel iltifatmış, onu söylüyorum...

O yıllarda öyle delifişek dolanırken, hep bir sıkıntı yoklardı fakat bizi. Damperli bir kamyon sanki göğsümüzde! Sohbetlerden bir tatminsizlik ile kalkar, bir eksiklik hissi canımızı yakar, gider köprü altında ya da denize bakan Cihangir merdivenlerinde oturur, batan güneşe bakar, kalabalıktan kaçardık. Masalarına damladığımız ağır entelektüellerle kavga çıkarır ve illâ ki o mekânlardan metazori kovulurduk...