Abdal
Gündeme pek uymayan ve de 'serbest gezen' organik insanlara Abdal denir. Abdal eşyanın ardındaki hakikate doğru bakar, onu anlatır.
Çoğunlukla da onlara gıcık olunur, aptal diye, meczup diye kara çalınır...
Her şeyi konuşmaya başladık. Anayasa'nın 4. Maddesi, "Tartışma! Tartışmayı teklif dahi etme, çakarım bak!" diye şey etse de dil kilit tutmaz, kimse kulak asmaz.
Gerçi bu toprakların unutulmuş idrakiyle konuşursak, 'tartışma' kelimesinde karşısındakini tartma eylemi var. Yani kelime problemli, itici, negatif. "Sen kimsin de beni tartıyorsun" derler adama. Biz buna medenice konuşmak diyebiliriz. Muhabbet-sohbet etmek, söyleşmek...
Mesela 'gelenek' bahsine bakmalı. Her türlü örf ve âdabın savunulması bu çağda zor. Hatta nafile. Çünkü çağ değişti, insan değişti. Özellikle kadının konumu değişti.
Vakti zamanında Büyük İrfan, o bilgelik, o hakikat nehri bize bunu hatırlatmıştı: "İyi ama atalarınızın aklı bir şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne olacak"
Çağlar üstü tanrısal düşüncenin, geleceği kapsayan evrensel hikmetin özü, bâtını, içeriği ilgilendiriyor bizi. Geçmişin sosyolojisine tıkanmış olanlar ondandır bu çağı anlayamıyorlar. Lafza takılı kalmak, çift anlamlı kelimeleri, mecazları metaforları, edebi sanatları düşünemeyenler oldukları yerde ha babam dönüp durmaktalar...
Oysa Gazali, İbn Rüşd, Muhittin Baba (Arabî) hatta Cafer-i Sadık'ın öğrencisi Cabir bin Hayyan gibi kişiler bilimin ve yüksek felsefenin temel taşlarını döşediler. İbn Sina ve Farabi kadar, Kindi ve Ömer Hayyam da İslam Rönesans'ının kurucuları ve sürdürücüleriydi. Batı bu ilmi erken dönem tercümelerinden edindi ve bizim büyük ustalarımızın ismini silerek kendi malı yaptı.
Kendi öz bilgelerimize gerekli saygıyı gösteremedik, onların yolunda yürüyemedik. Tasavvufu Hint düşüncesi diye küçümsedik, heterodoks diye laf soktuk. Yunus'tan Üftâde'ye, Hacı Bayram'dan Bektaşi'ye, oradan Celaleddin Rumi'ye, Nesimi'den Konevi'ye alayının aynı suyun erbabı, kaptan-ı deryası olduğunu görmezden geldik...
Batı Aydınlanması denen materyalist tapınmanın hepimizi bu denli uzun süre etkilemesi ve bugünkü fikri bunalımımız bu yüzden değil de neden
Abdal işte bu yanlışı görür ve usulünce söyler, Abdal diye büyük resme bakana denir...
Abdal deyince benim aklıma Neşet Ertaş gelir. O da o şifalı suyun balığıdır. Abdallık sadece dünyanın geçiciliğini kabul etmekle başlamıyor, insanın bu âleme güzelleştirmeye, hikmet tohumu serpmeye geldiğini, sonra da vücut elbisesini askıya asıp gideceğini söylüyor. "Mal da yalan mülk de yalan, var git biraz da sen oyalan" diyenlerdir onlar. Abdallar uzun yıllar önce bu toprakların en mukaddes kişileri kabul edilirlerdi. Sırlı insanlar. Adeta ricalü'l gayb'dı onlar. Gayb ermişleri...