Küresel ekonomi 2025'in ilk yarısında tahmin edilenden daha dayanıklı bir görünüm sergiledi. Özellikle gelişmekte olan ülkeler ve ABD, güçlü sanayi üretimi ve ticaret performansıyla öne çıktı. Ancak OECD'nin Eylül 2025'te yayımladığı "Belirsiz Zamanlarda Doğru Dengeyi Bulmak" başlıklı Ekonomik Görünüm Raporu, bu dayanıklılığın kalıcı olmayabileceğine işaret ediyor.
Neden mi Çünkü küresel ticaretin can damarına yük bindiren yeni tarifeler sahnede. ABD, ithalat tarifelerini yüzde 19,5'e çıkardı. Bu oran, 1930'lardan bu yana görülmemiş bir seviyeye denk geliyor. İlk etapta şirketler bu ek maliyetleri kendi ceplerinden karşılamaya çalıştı. Ama zamanla faturanın tüketicinin, yani bizim cebimize yansıyacağı açık. Market alışverişinden otomobil fiyatlarına kadar her şeyde bu baskıyı hissetmeye başlayabiliriz.
Kırılgan büyüme
OECD, bu yıl küresel büyümenin yüzde 3,2 olacağını söylüyor. Kulağa fena gelmiyor, değil mi Fakat raporun altını çizdiği nokta şu: 2026'da bu oran yüzde 2,9'a düşecek. ABD'nin büyümesinin 2024'te yüzde 2,8'den 2026'da yüzde 1,5'e düşmesi, Çin'in ise yüzde 4,9'dan yüzde 4,4'e gerilemesi öngörülüyor. Yani, ABD'de büyüme neredeyse yarıya inecek, Çin'de de yavaşlama kaçınılmaz. Euro bölgesinde de yüzde 1,2'den yüzde 1'e doğru istikrarlı ama aşağı yönlü bir seyir var. Başka bir ifadeyle, Avrupa zaten düşük viteste ilerliyor.
Bu tablo bize şunu anlatıyor: Dünya ekonomisi hâlâ ince bir ipte yürüyor. Jeopolitik belirsizlikler, artan ticaret gerilimleri ve finansal piyasalardaki dalgalanmalar bu kırılgan tabloyu daha da hassas hale getiriyor. Küresel denge pamuk ipliğine bağlı.
Enflasyonun gölgesi
Hepimizin en çok hissettiği sorun enflasyon. OECD'ye göre önümüzdeki iki yıl içinde genel enflasyon biraz düşecek. Çoğu G20 ülkesinde büyümenin ve işgücü piyasalarının zayıflamasıyla birlikte manşet enflasyonun 2025'te yüzde 3,4'ten 2026'da yüzde 2,9'a gerilemesi öngörülüyor. Ama acele sevinmeyelim. Çünkü özellikle hizmet fiyatları (örneğin kiralar, sağlık ve eğitim masrafları) kolay kolay gerilemiyor.
Gelişmiş ekonomilerde nominal ücret artışları yavaşlarken, reel ücret artışları Japonya, İtalya, Kanada ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde ciddi şekilde zayıflıyor. Yani çalışanların ücret ve maaşları yükselse bile, fiyatlardaki artışa yetişemiyor. Sonuç: Reel alım gücü düşüyor.
İşgücü piyasalarında ayrışma
OECD'nin dikkat çektiği bir başka alan da işgücü piyasaları. Güney Afrika, Hindistan, Kanada, Fransa ve ABD'de işsizlik oranları artarken; Türkiye, Kore ve Brezilya'da düşüş kaydedildi. Euro bölgesi ise tarihsel olarak en düşük işsizlik seviyesine ulaştı. Yani iş bulmak bazı ülkelerde kolaylaşıyor, bazılarında zorlaşıyor.
Ancak bir başka ayrıntı daha çarpıcı: Gelişmiş ekonomilerde çalışan başına ortalama çalışma saatleri azalıyor. Bu, işgücü talebinin zayıfladığına dair önemli bir gösterge. Ücretlerdeki yavaşlama ile yüksek enflasyon birleştiğinde çalışanların refahı üzerinde ciddi bir baskı oluşuyor.
Türkiye özelinde ise işsizlik oranının düşmesi sevindirici. Ama bu düşüşü kalıcı kılmak için üretim ve ihracat kanallarını sağlam tutmak şart. Aksi halde küresel yavaşlama bize de sıçrayabilir.