Bir devrin sonu: Anna Wintoursuz Vogue olur mu
Romanlara, filmlere, belgesellere konu olan, Amerikan Vogue'un efsane yayın yönetmeni Anna Wintour, stiliyle değil, kültürel mimar kimliğiyle öne çıktı. 36 yıl sonra şimdi koltuğunu bırakmasıyla elbette moda tarihinde önemli bir dönem tamamlandı.
Moda tarihi, sadece tasarımlar ve tasarımcılarla değil, onların popüler hale gelmesini sağlayan isimlerle yazılıyor. İşte en güçlü isimlerden biri, Amerikan Vogue'un efsane yayın yönetmeni Anna Wintour. Tam 36 yılın ardından genel yayın yönetmenliğinden ayrıldı. Bu, bir dergide görev değişikliğinden çok daha fazlası. Moda dünyasına yön veren, kültürel kodlarını şekillendiren, zamanı durdurup yeniden başlatan bir devrin kapanışı.
Güneş gözlüklerinin sırrı
Anna Wintour denilince akla gelen ilk şey; keskin bakışlar, bob kesim saçlar ve elbette hiç çıkarmadığı o numaralı güneş gözlükleri. O gözlükler, sadece bir stil tercihi değil, bir tür koruma kalkanı onun için. BBC'ye verdiği bir röportajda, "Görmememe ve görülmememe yardım ediyorlar" diyerek, o koyu camların ardındaki niyeti açıkladı. Şıklığın ötesinde, stratejik bir mesafe bu. Wintour, hem sahnede hem sahne dışında "ulaşılmaz" bir alan yarattı kendine. Belki de bu yüzden, onun etrafında bir kült, hatta bir efsane örüldü.
Wintour'un yaptığı şey sadece moda dergisi çıkarmak değildi. O, kültürel bir nabız tuttu. 80'lerin sonundan itibaren Vogue'u sadece kıyafetlerin değil, kişiliklerin sahnesine dönüştürdü. Politika, müzik, sinema, hatta diplomasi... Vogue artık sadece moda dünyasının değil, tüm popüler kültürün kapılarını aralayan bir platform haline geldi. Hollywood yıldızlarını kapak yapması, pop ikonlarına alan açması, kadın gücünü farklı yaşlardan, bedenlerden, kimliklerden temsil ettirmesi... Hepsi onun yönettiği büyük oyunun parçalarıydı. Wintour, Vogue'u bir vitrin olmaktan çıkarıp zamanın ruhuna yön veren bir mecra haline getirdi.
Kariyerinin son döneminde ise defilelerin kültürel önemine odaklandı. Londra'daki King's Cross Lightroom'da açılan "Vogue: Podyumu Keşfetmek" sergisi bunun en etkileyici yansımalarından biri oldu. 18 ay boyunca titizlikle hazırlandığı sergide, podyumun sadece kıyafetlerin sergilendiği bir alan değil, bir anlatı platformu olduğunu vurguladı. Alexander McQueen'in teatral şovlarından Chanel'in sofistike minimalizmine, 1950'lerden günümüze uzanan bir zaman çizelgesi hazırladı. Cate Blanchett'in seslendirdiği, Vogue arşivinden beslenen sergi, moda tarihini hem geçmişten hem bugünden hem de gelecekten okuma deneyimi sundu.
Eleştirildi ama asla görmezden gelinemedi
Elbette bu kadar büyük bir figürü acımasızca eleştirenler de oldu. Moda tasarımcısı Azzedine Alaia'nın "modayı bilmiyor" çıkışı hâlâ konuşulur: "Kendi giydiklerine bakınca zevksiz olduğu belli" demişti. Ancak yıllar geçtikçe moda dünyası, Wintour'un kıyafet tercihinden çok vizyonuna ve stratejisine odaklandı. O, bir stil danışmanı değil, bir kültürel mimardı.
"Şeytan Marka Giyer" romanı ve filmindeki Miranda Priestly karakteriyle popülerleşen "soğuk ve katı" imajı, her ne kadar karikatürize edilse de, onun etkisinin nerelere vardığını gösteriyordu. Wintour, çalıştığı insanlarda korkudan çok bir tür kutsallık uyandırdı. Onun bulunduğu ortamda zaman farklı akıyordu. Protokollere aykırı olarak Kraliçe Elizabeth'in yanına oturup gözlüklerini çıkarmaması, bu kararlılığın küçük ama sembolik bir örneğiydi.