Her milli maç aynı tablo. Tribünler dolu, insanlar maça gidiyor, ekrana kilitleniyor ama milli takım tribünü hâlâ bir kimliğe sahip değil. Bursa'daki Bulgaristan maçında da benzer bir görüntü vardı: Seyirci sayısından kimsenin şikayeti yok, hatta bilet bulamamaktan yakınanlar va.
İnsanlar milli takımı desteklemeye gelmiş ama bu kalabalık içinde bile derin bir boşluk vardı: Tribün kültürü boşluğu. Milli takım forması yerine kırmızı tişört ve Bursaspor formasıyla gelenler çoğunluktaydı. Rakip Bulgaristan'ın kırmızı-yeşil-beyaz renklerine karşın bizim tribünlerde kırmızı-yeşil renklerin buluşmuş olması ironikti.
İngiltere veya Almanya'nın herhangi bir milli maçını açtığınızda ise bambaşka bir tabloyla karşılaşıyorsunuz: stat neredeyse tamamen milli formalarla dolu, tezahüratlar bir ritüelin parçası. Üstelik o ülkelerde kulüp taraftarlığı Türkiye'den daha az yoğun değil hatta çoğu yerde daha agresif, daha köklü.
Buna rağmen milli takım kültürü ile kulüp kültürü çakışmıyor; biri diğerini bastırmıyor. Bu konuda sık yapılan yanlış varsayım şu: "Bizde kulüp aidiyeti çok güçlü olduğu için milli takım kimliği gelişemiyor." Oysa Liverpool'un, Manchester'ın coğrafyasında futbol bir aidiyet değil bir kimlik. Ama İngiltere Milli Takımı, Wembley'de oynadığında tribünler adeta homojen bir duvar gibi.
Tezahüratlar kulüp ritimlerinden değil, İngiliz milli futbol kültürünün onlarca yılda inşa ettiği bir ortak hafızadan çıkıyor. 1990 Dünya Kupası yarı finali hâlâ kolektif bir travma ve milli takım kültürünün duygusal temelini oluşturuyor. Dortmund tribününün ateşi, Bayern'in tarihsel kibri, hepsi Alman futbolunun birer parçası ama milli takım maçında hiçbirinin devamı yok. Çünkü Alman Federasyonu yıllardır milli maçları bir futbol etkinliği değil, bir ulusal buluşma olarak kurguluyor.
Maça giden yalnızca futbol taraftarı değil; bir vatandaş, bir geleneğin devamı. Sadece forma giymek bile Almanya'da, "Ben bu hikayede varım" demek. Türkiye'de ise bu tür bir milli anı 2002 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası dışında yok. Ama bu iki turnuva etrafında bir kültür inşa edilemedi, bir tribün geleneğine dönüşemedi. Bizde milli takım başarıları bir hatıra, bir nostalji; ama sürdürülebilir bir kimlik değil. Maçlar genelde organizasyon, etkinlik merkezli. Gelen taraftar çoğu zaman sponsor davetlisi, maç ziyaretçisi. Bu yüzden tribünler dolu olsa bile ruh eksik.
Çünkü ruhu oluşturan şey kalabalık değil, süreklilik. Kırmızı tişört giyen tribüne katılır ama kültür yaratmaz. Kulüp formasıyla gelen oraya aidiyetini getirir ama milli takıma değil. Oysa kültür ortak bir dil ister. Türkiye'de milli maç tezahüratları, sloganlar çoğu zaman tribün kültüründen değil meydan mitinglerinden geliyor. Bu da milli takım tribününü futbol kimliğinden uzaklaştırıyor.

16