Bu paralar nereden geliyor
Galatasaray'ın Osimhen'in bonservisini almak için gözden çıkardığı 75 milyon euro, Beşiktaş'ın Orkun Kökçü'yü 25 milyon euro bonservis artı 5 milyon euro bonuslarla transfer etmesi bizleri şaşırtmıyor. Bu esnada Fenerbahçe'nin Jhon Duran'a vereceği 20 milyon euroluk maaş çerez parası gibi geliyor. Hani harcama limiti denen bir şey vardı
Transfer sezonun başlamasıyla futbol dünyasında hararetli pazarlıklar izliyoruz. Galatasaray'ın Osimhen'in bonservisini almak için gözden çıkardığı 75 milyon euro piyasayı öyle bir hale getirdi ki, Beşiktaş'ın Orkun Kökçü'yü 25 milyon euro bonservis artı 5 milyon euro bonuslarla transfer etmesi bizleri şaşırtmıyor. Bu esnada Fenerbahçe'nin Jhon Duran'a vereceği 20 milyon euroluk maaş adeta çerez parası gibi geliyor, bir mevzu yaratmıyor.
Peki nasıl oluyor tüm bunlar
Hani harcama limiti denen bir şey vardı Federasyon, kulüplere gelir-gider tablosuna dayalı bir mali çerçeve çiziyor, limitin aşılması halinde puan silme, transfer yasağı gibi yaptırımlar uygulanabileceği söyleniyordu. Ama şimdi tablo çok farklı. Süper Lig kulüplerinin toplam borcu 200 milyon euroyu geçti. Euro kuru 47 liraya dayanmışken yapılan bu harcamalar, akla ister istemez şu soruyu getiriyor: Bu paralar nereden geliyor
Madem harcama limiti var, madem borçlar yapılandırıldı ve denetim sıkılaştırıldı... Nasıl oluyor da Türkiye'de bir kulüp, bir oyuncuya bu rakamlarda bonservis ödeyip maaş verebiliyor
Cevap basit değil, içinde finansal şeffaflık eksikliği, yetersiz denetim, siyasetin ve taraftar baskısının etkisi, borçların gizlenmesi ve geleceğin ipotek edilmesi var. Bu tablo sürdürülebilir değil. Ve daha da önemlisi: Bu sistemde futbol değil, futbolun içindeki para oyunları şampiyon oluyor.
Ne zaman, nasıl geldi
2019 yılında TFF, UEFA'nın Finansal Fair Play politikalarına uyum sağlamak amacıyla yeni bir döneme geçti. Kulüplerin transferde daha sorumlu hareket etmesi için "Takım Harcama Limitleri" (THL) sistemi getirildi. Amaç aslında çok açıktı: Kulüplerin gelirlerinden fazla harcama yapmasını önlemek, borçlanmanın önüne geçmek, uzun vadeli sürdürülebilir finansal yapılar kurmak ve en önemlisi UEFA'dan alınabilecek olası men cezalarını engellemek.
Hepimizin anlayabileceği bir muhasebe hesabıyla; kulüplerin ticari gelirleri, bilet ve yayın gelirleri, futbolcu satışlarından elde ettiği kazançlar, duran varlıklarından elde ettiği satış kârı ve sponsorluk gibi kalemler toplanıyor, sonra da personel maaşları, faiz ödemeleri, futbolcu giderleri düşülerek harcama limiti belirleniyordu. Bakmayın geçmiş zamanla konuştuğuma, prensipte sistem hâlâ böyle.
Federasyon her sezon öncesi kulüplere bu sınırı bildiriyor. Eğer kulüp bu limiti aşarsa da bazı yaptırımlar uyguluyor. Yüzde 5'e kadar aşılması durumunda ihtar cezası, yüzde 6-10 arası aşıldığında kadro sınırlaması cezası, yüzde 11-15 arası transfer yasağı cezası, yüzde 16-20 arası 1 puan silme cezası, buna ek olarak transfer yasağı, kadro sınırlaması ve para cezası yaptırımlarından biri veya birkaçı, yüzde 21-25 aşılması durumunda 2 puan silme cezası ve buna ek olarak transfer yasağı, kadro sınırlaması ve para cezası yaptırımlarından biri veya birkaçı ile yüzde 26 ve üstü aşılması durumunda 3 puan silme cezası artı transfer yasağı, kadro sınırlaması ve para cezası yaptırımlarından biri veya birkaçı uygulanıyor.
Ancak... Bugün gelinen noktada ortada ne harcama limiti kaldı ne de cezalar. Kulüpler bu kuralların etrafından dolaşmanın yollarını bulmakta o kadar ustalaştı ki, sistem artık şeklen var fiilen yok haline geldi.
Taraftarın görünmez eli
Türkiye'de futbol kulüpleri, yıllardır bir yangını söndürmeden diğerine koşarak ayakta kalmaya çalışıyor. Transferlerle günü kurtarıyor, borçları yapılandırmayla öteliyor, başarı gelmediğinde faturayı teknik direktöre kesiyor. Ama kimse sistemin bütününe bakmıyor. Bir noktada bu sistemin tıkanacağı açık. Çünkü UEFA artık daha katı, Bankalar Birliği daha fazla kredi vermeye isteksiz, genç yetenek yetiştirme ihmal ediliyor ve altyapıdan gelen oyuncuların sayısı lig genelinde düşüyor.
Peki taraftar gerçekten bu modelin değişmesini istiyor mu Yoksa 2 ay futbol oynamayan yıldızın uçaktan inme videosunu izlemek, altyapıdan yetişen genç bir oyuncunun gelişiminden daha mı tatmin edici
Belki de sorunun en büyük parçası, sistemin oyuncuları değil, sistemin kendisini ayakta tutan seyirci algısıdır. "Transfer varsa başarı vardır" inancı, bu yapay ekonomiyi ayakta tutan görünmez el hâline gelmiş olabilir.
Avrupa'da nasıl
Türkiye'de harcama limitleri bir esneklik alanı olarak görülürken, Avrupa'nın önde gelen liglerinde bu kurallar katı, şeffaf ve herkese eşit biçimde uygulanıyor. Özellikle Premier League ve UEFA denetiminde olan kulüpler için finansal fair play, sadece bir tavsiye değil, gerçek ve bağlayıcı bir zorunluluk. O yüzden de Manchester United Osimhen'i, Arsenal Gyökeres'i alamıyor. UEFA'nın yeni dönemde uygulamaya aldığı, "squad cost ratio" (kadro maliyet oranı) sistemiyle, kulüplerin kadroya harcadığı maaş + bonservis toplamı, yıllık gelirlerinin % 70'ini geçemiyor.
Ve bu oran zorunlu. Aşılırsa, UEFA gelirlerinden kesinti, transfer yasağı, Avrupa kupalarından men gibi ağır yaptırımlar devreye giriyor.
Bu sistem Türkiye'de kağıt üzerinde var. Ancak uygulamada "yumuşak denetim", "istisnai durumlar", "sponsorlukla kapatılan açıklar" gibi yollarla kurallar delinebiliyor.
Başarı baskısı
Türk futbolunun en temel çıkmazlarından biri şu: Başarı, sabırla inşa edilecek bir proje değil, acil alınması gereken bir sonuç olarak görülüyor.
Kulüp başkanları göreve gelir gelmez taraftara bir yıldız sunmak zorunda, çünkü taraftar yıldız ister. "Camia baskısı" deyip yaşı geçkin yıldızlara astronomik rakamlar vererek başarıyı satın almaya çalışınca da, başkanlar yarının borcunu bugüne taşımaktan başka bir şey yapmıyor. Ama bu modelde şampiyonluk gelmezse hem kulüp borçlanıyor hem de bir sonraki yönetim, daha kötü bir tabloyla baş başa kalıyor.
Ve gariptir, taraftarlar da bu modele karşı çıkmıyor. Hatta kimi zaman teşvik ediyor. "Transferde rakibin gerisinde kaldık" veya "Onlar peş peşe uçak indiriyor, bizde tık yok" diyerek sosyal medyada gündemi sıcak tutup yönetimleri mecbur bırakıyor.