Yoksa siyonist tasallut bitmez
Emperyalizm, sömürgeciliğin sanayileşmeyle kesişimi neticesinde ortaya çıkan "daha fazla kaynak, daha fazla hammadde" bahanesiyle, hem medeniyetler hem de çatışmalar beşiği Ortadoğu'yu 100 sene önce rahat bırakmamış ve dünyayı ateşe sürüklemişti. Bugün de ırkçı emperyalist hezeyanlar ve takıntıların peşine takılmış, tüm insanlığı kendisinden tiksindirme pahasına, bencilliğin, ikiyüzlülüğün, barbarlığın ve kural tanımazlığın dibine vurarak insanlığın başına yeni çoraplar örüyor.
1. Dünya Savaşı, yani aslına bakılırsa "1. Paylaşım Savaşı"nda şekillenen ve Batı'nın doymak bilmeyen menfaatlerine göre tasarlanan Ortadoğu coğrafyası ve buradaki birçok ülke, adeta "parçalanmak üzere kurulmuş" olduklarından mütevellit, emperyalizmin ve ırkçı emperyalizmin tasallutundan kurtulamadılar bir türlü.
Sykes-Picot anlaşmasıyla Osmanlı'nın ve elbette ki Ortadoğu coğrafyasının taksimini kendi aralarında yapan dönemin ekabir devletleri İngiltere ve Fransa, bugüne dek ulaşan birçok sorunun da amilleri oldular. Savaş sonrasında hayata geçen bu antlaşma Lübnan ve Suriye'yi Fransız mandasına; Irak ve Ürdün'ü ise İngiliz mandasına bıraktı. Ortadoğu'yu iki devletin nüfuz alanlarına bölen anlaşmada, Filistin toprakları konusunda uzlaşma sağlanamazken, uluslararası bir idareye bırakıldı. İngiltere'nin, 1917 sonunda Kudüs'ü, 1918 Eylül'ünde ise Filistin'i işgaliyle bölge, İngiliz idaresine girdi.
Filistin, dışarıdan sistematik göçlerle taşınan Yahudi nüfus ve bunların neden olduğu tedhiş ve terör ortamı nedeniyle birçok isyan ve çatışmalara sahne oldu, çatışmaları durduramayacağını anlayan İngiltere de meseleyi Birleşmiş Milletler'e taşıdı. BM, 29 Kasım 1947'de Filistin'in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Filistin, uluslararası statüye sahip olacak Kudüs haricinde, yedi gölgeye ayrılacak, bu bölgelerden üçü Yahudilere, üçü de Araplara verilecekti.
Yahudiler bu kararı kabul ederken; Araplar, 400 bin Arap sivili İsrail kontrolündeki topraklarda bırakması ve Filistin'in yalnızca yüzde 7'sine sahip olmalarına rağmen Yahudilere bölgenin yüzde 56'sını vermesi gerekçeleriyle plana karşı çıktı. Sonunda da İngiliz mandası, 15 Mayıs 1948'de İsrail'in bağımsızlığını ilan etmesiyle son buldu. Bunun anlamı; İsrail'in uluslararası hukuka aykırı bir oluşum ve aslına bakılırsa bir "terör devleti" olmasıdır. Kuruluşundan itibaren bu özelliğinin hakkını veren(!) İsrail, bugün de Irak işgali ve Suriye iç savaşının artçı sarsıntısı olarak İran'a tasallut noktasına geldi.
Batı, İsrail'in kuruluşunda sergilediği çifte standardını ve iki yüzlülüğünü, bugün de "İsrail'in meşru müdafaa hakkı" gibi bir kılıfa uydurarak sürdürebiliyor. G7 ülkeleri, yani ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve Kanada, Orta Doğu'daki gerilime ilişkin ortak açıklama yayımlayarak, Orta Doğu'da barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik taahhütlerini yinelediler ve bölgedeki istikrarsızlığa İran'ın neden olduğunu savunarak, "İran'ın asla nükleer silaha sahip olamayacağını açıkça ifade ettik." ifadesini kullandılar.
İsrail'in elinde 90 tane nükleer başlık olması "kabul edilebilir" sayılıyor ama! Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in, İran'a hava saldırıları düzenleyen İsrail'e "Hepimiz adına kirli işleri yapıyor" diyerek teşekkür etmesi de bu iğrenç ikiyüzlülüğün utanç verici bir kanıtıdır. Aynı şekilde, Merz'in bu sözlerinin sorulduğu İtalya Başbakanı Meloni'nin, "Nükleer güç olan bir İran sadece İsrail için değil, hepimiz için bir tehdittir. Bu görüşe katılıyorum." cevabını vermesi de İsrail'in Batı'nın "şımarık çocuğu" olduğu ve ne yaparsa yapsın "arkasının toplanacağını" gösteriyor.