Gurbetçiler niçin hâlâ Türkiye'ye geliyor

Geçtiğimiz hafta, kuşak farklılıkları üzerinden gurbetçilerin izin/tatil anlayışlarında yaşanan değişimleri ele almış ve sonunda şu soru ile bitirmiştik: Tamam izin anlayışı değişti, memleketine giden gurbetçiler aynı zamanda vaktin çoğunu Türkiye içinde turistik tatil yörelerinde geçirmeye başladı, büyüklere hizmetle geçen günlerden ötürü kadınlar için daha fazla çile ve yorgunluğa dönüşen izin hengamesi geçmişte kaldı! Bugün kadınlar ve gençler için Türkiye ziyareti gezi ve dinlenme odaklı hale geldi. Peki o halde Türkiye'ye gelmek yerine Avrupa'da bir yerde çok daha ucuza ve belki daha konforlu bir tatil yapmak varken milyonlarca gurbetçi halen niçin Türkiye'ye gelmeye devam ediyor Hayat pahalılığının artması ve ekonomik krizin derinden hissedilmesine rağmen nasıl oluyor da büyük ölçüde tercihler değişmiyor

Gurbetçilerimizin ana vatana geliş tercihlerini belirleyen temelde iki faktör bulunmaktadır. Bunlardan ilki; kültürel faktörlerdir, özellikle kimlik mücadelesinin yansıması üzerinden bunu görmek gerekir. Yurtdışında kendini tehdit altında hissettiğinden vatandaşlarımız Türkiye'ye gelerek kimliğini, geçmiş ve gelecek tasavvurunu inşa etme ihtiyacı hissetmektedir. İkinci olarak da bu durum aynı zamanda psikolojik faktör olarak da karşımıza çıkmaktadır. İnsanın ait olma duygusu, fıtridir. Bu duygunun beslenmesi icap etmektedir. Türkiye'ye gelerek köküyle irtibat kurmanın hazzını yaşamakta, özgüvenini tazelemekte, korku ve endişelerini bertaraf etmeye çalışmaktadır.

Biraz daha detaylandıralım...

Kültürel faktörlerin içeriğinde "din ve dil" temel belirleyici rolüyle kimliğin inşasına etki etmektedir. Dine ve dile karşı asimilasyoncu politikaların artması, kendisini tehdit altında hisseden kişi ya da grupların kimlik mücadelesine yönelmesi sonucunu beraberinde getirmektedir.

Bu noktada Avrupa'da ekonomik ve siyasi belirsizliğin de tetiklemesiyle güçlenen aşırı sağ eğilimlerin ve İslam karşıtı söylemlerin, gurbetçilerimize kimliğin ehemmiyetini hatırlatan ikaz lambası görevi gördüğünü ifade etmek gerekiyor.

11 Eylül 2001'den bu yana İslam'a karşı saldırıların arttığı, temel İslami yaşam taleplerinin dahi "güvenlik" gerekçeleriyle reddedildiği ve Avrupa İslamı'nın dayatılmaya çalışıldığı bir ortamda Müslümanlar kendi dininin tehlike olarak görüldüğünü, bu nedenle de kültürel olarak o ülkeye ait olarak kabul edilmeyeceğini her gün yeniden ve yeniden fark etmektedir.

Bu yüzden, gündelik yaşam pratiğine yansıması sınırlı olsa da Müslümanlığa bağlılık düzeyi korunmaktadır. Günlük ibadetlerini yerine getirmese de İslam'a ve Müslümanlara karşı söz söyletmeme refleksi güçlenmektedir.

Örneğin özellikle Almanya'da her geçen yıl camilere yönelik ırkçı saldırılar artmaktadır. Mahallesindeki camiye saldırılması, belki Cuma'ya bile ara sıra giden Müslümanları dahi rahatsız etmektedir. Gitmese de, görmese de mahallesindeki camiye sahip çıkma ihtiyacı hissetmektedir.

Aynı şekilde yeni nesillerde Türkçe bilgisinin ve pratiğinin zayıfladığının fark edilmesi veya doğrudan Türkçe kullanımına karşı yasaklamaların olması dil konusunda daha hassas davranılmasını teşvik etmektedir. Bazı ülkelerde STK'ların ana dilde eğitim konusunda hukuki mücadele içine girmeleri, aynı şekilde STK faaliyetleri bağlamında Türkçe dil kursları vermeleri, yıl içerisinde Türkiye turları/gezileri düzenlemeleri bu hassasiyetin bir sonucu olmaktadır.