Bölgesel gelişmeler fırsata çevrilmeli

Herhangi bir sebeple herhangi bir mücadele içerisine girildiğinde atılacak adımlar her zaman milimetrelik hesaplanamaz, aksine mücadele, takip edilen sürecin seyrine göre şekillendirilebilir.

Mücadele fikriyatında değil yönteminde sahip olunan bu esneklik, yeni süreçlere adapte olmaya ve kırılmalardan en asgari seviyede etkilenmeye katkı sunar.

Bu durum aynı zamanda, mücadelede kullanılan araçların çeşitlenmesine ve toplumsal, kurumsal ağların güçlenerek zenginleşmesine, dolayısıyla mücadeleyi yürüten yapıların kökleşmesine imkân tanır.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan Soğuk Savaş dönemi, devletlerin yanı sıra devlet dışı aktörler açısından da kendi içinde yeni konumlanmaları beraberinde getirdiğinden bu dönemden konuyla ilgili örnekler verilebilir.

Örneğin Amerikan emperyalizminin yayılmacılığında en güçlü enstrüman ya da en güçlü sembol/kılıf; demokratikleşme/demokrasi iddiası olmuştur ki; aslında ABD'nin demokratikleştirmekten veya demokrasiden gerçekte ne anladığı en son Irak'ta tecrübe edilmiştir.

Bu süreçte ABD'nin komünizm tehdidini gerekçe göstererek birbirine taban tabana zıt farklı kesimleri bilerek ya da bilmeyerek nasıl da bir araya getirdiği, aynı amaca farklı yollardan ne denli hizmet ettirdiği de hepimizin malumu bir husustur.

Bununla birlikte, ABD'nin demokrasi kılıfı, ulus-devlet baskısı altında sönümlendirilen ya da illegaliteye icbar edilen kesimler açısından da işlevsel bir araca dönüşebilmiştir.

Demokratikleşme söylemleri; istediğine inanma, inandığın gibi yaşama ve inanç doğrultusunda örgütlenme gibi temel insan haklarının tesis edilmesi bakımından sesin yükseltilmesine aracılık etmiştir.

Sovyetler Birliği'nden de örneklendirilebilecek bu hususun bize öğrettiği şey, Soğuk Savaş'ın bir yandan da devletlere ya da devlet dışı aktörlere genişleme ve derinleşme imkânı sunmuş olmasıdır.

Dolayısıyla emperyalist yapılar ile onların kurgusuna göre mücadele yöntemini şekillendiren yerel-bölgesel-ulusüstü aktörler arasında zaman zaman görülen yakınlaşma tek başına bunlar arasında bir birliktelik olduğu anlamı taşımaz.

Tam aksine oldukça ciddi karşıtlığa rağmen karşılıklı menfaat çakışması durumu yaşanabilir.

Örneğin, D-8'lerin kurulduğu dönemde başbakan olarak Erbakan Hoca'nın yürüttüğü mekik diplomasisi ve Siyonizm'in bundan duyduğu rahatsızlık ile birlikte ilgili ülkelerin siyasal konumlanması düşünüldüğünde "nasıl oldu da, Siyonizm'in kontrolünde olarak görülen ülke liderleri D-8 üyeliğine ikna oldu" diye zaman zaman sorulmaktadır.

"Hüsnü Mübarek'in, Benazir Butto'nun, Şeyh Hasina'nın kendi ülkelerinde İslami hareketlere ne denli zulümler gerçekleştirdiği ortada iken Siyonistler, bu adamlara niçin vize verdiler"

Konu "Liderler D-8'in ekonomik potansiyelini gördüler" şeklinde bir cevap ile geçiştirilecek türden değildir. Zira bu liderlerin "zat-ul hareke" olmadığı, en azından ilerleyen dönemlerde daha net anlaşılmıştır.

Aslında cevap basittir. Şayet bir gelişmeyi o an engelleyemeyecekseniz o halde karşısında durmayıp şekillenmesine etki etmeye çalışırsanız sürecin nihayetinde amacınıza ulaşma fırsatı yakalayabilirsiniz.

Erbakan Hoca, savunma psikolojisiyle değil, hücum stratejisiyle siyasal hayatını şekillendiren bir lider olarak D-8 hamlesini ortaya koymuş, Siyonizm'i strateji değiştirmeye zorlamıştır.

Hamleye karşı başka bir hamle… Uzun soluklu bu mücadelede hamle-karşı hamle döngüsü sürüp gitmiştir, gidecektir de.