Yolum bugün, rüzgârın sert estiği, bulutların ağır ağır göçtüğü yüksek dağlara vardı. Erciyes'e Zirvesi karla örtülü, sessizliğe gömülmüş heybetli Erciyes'in eteklerinde yalnız bir ağaçla karşılaştım.
Erciyes'in kalbine yaslanmış, zamanla yoğrulmuş, suskun ama derin bir tanıktı sanki. Varlığı yalnızca Erciyes'in değil, zamanın da izlerini taşıyordu. Ne bir kuş ötüyordu dalında, ne de bir yaprak kıpırdıyordu. Her şeyin ötesine geçmiş gibiydi; doğanın, zamanın ve insanın iç dünyasına sessizce bakıyordu Ama bilirim, bazı sessizlikler çığlıktan daha derindir.
Usulca yaklaştım. Gövdesindeki çatlaklar, yılların bıraktığı izlerdi. Her biri yaşanmış bir hikâye, her yarık bir kırılma noktasıydı. Elimi kabuğuna koyduğumda zamana dokunmuş gibi hissettim. İçimi derin bir huzur sardı Onunla birlikte ince bir hüzün.
Fısıltıyla sordum:
"Sen de mi yalnızsın"
Cevap, rüzgârın içinden geldi:
"Sen geldin de azaldı yalnızlığım."
O an aramıza bir sessizlik çöktü. Rüzgâr biraz dindi, Erciyes biraz daha büyümüş gibiydi.
İnsan kalabalıklar içinde kendine yabancılaşırken, bu ağaç dağın yamacında bir başına durmayı nasıl öğrenmişti Yalnızlığında kendine dönmeyi nasıl başarmıştı
Merakla sordum:
"Senin de göğsünde fırtınalar koptu mu Köklerine sızan hüzünler oldu mu Her bahar yeniden yeşereceğini bilsen de, kışın karanlığında tükenmiş gibi hissettin mi"
Bir dalını usulca eğdi. Hem selam, hem de cevap gibiydi: