Erciyes'in gölgesinde Sinan

Erciyes, doğup büyüdüğüm toprak. Köyümdür, gönlümdür. Erciyes'e baka baka büyüdüm diyebilirim.

Biz Erciyes'in çocukları yönümüzü Kâbe'ye, Erciyes'e bakarak buluruz. Öyle yöneliriz, öyle yürürüz.

Başı hep dumanlı, zirvesi hep karlıdır.

Çocukken o tepeyi hep merak ettim. Bir gün zirvesine çıkabilmenin hayallerini kurdum. Çıktım da. Çok özel bir maceraydı.

Erciyes sessizdir, vakurdur, yakışıklıdır. Kayseri ovası bereketini ona borçludur.

Sinan'ın da doğduğu topraktanım. Mimar Sinan'la aynı köydenim. Koca Sinan, Süleymaniye'yi Erciyes'i hayal ederek yapmıştır. Öyle biliriz.

Ağrı var, Uludağ var, başka dağlar da var. Onları gördüm. Onlar bulundukları coğrafyada bir "kütle" gibi yalnız yükselir. Erciyes ise etrafına küçük tepeciklerden bir "ordu" kurmuş gibidir.

Hepsi ele ele verip aynı hedefe yönelmiş, onu göğe doğru yükseltmiştir.

Erciyes muhteşem duruşuyla hepimize fısıldar: "Sen özünü Hakk'a çevir."

Sinan bu sesi içinde duydu.

Sinan'ın hikâyesi Kayseri'de başlar. Çocukluğu Erciyes'in eteklerinde geçer. Süleymaniye'yi o dağa bakarak tasarlamıştır. Öyle biliriz.

Erciyes…

Bir duruş, bir direniş, bir ilham.

Sinan o dağın gölgesinde öğrendi sağlamlığı, o dağın sırtında kavradı dengeyi. Belki de o yüzden kubbeleri hep yükseltti; insanın başını göğe kaldırdığı, yüceliğe meylettiği o mekânları yaptı.

Yavuz'un son günlerinde saraya girdi. Kanunî'nin en görkemli yıllarında baş mimar oldu.

Tam elli yıl…

Taşın, suyun, ahşabın, mermerin kalbinde çalıştı.

Mimarlık medeniyet dokumaktır.

Belki de bu yüzden her yaptığı cami bir külliyeye dönüştü. Caminin yanında medrese, hamam, imaret, darüşşifa, sebil…

İnsan yalnız ibadetle değil, ilimle, şifayla, infakla da yücelir. Bunu en iyi bilenlerden biriydi Sinan.

Süleymaniye...