Daraldığında insanın içi, bir ses arar. Derinden, yakıcı bir ses arar.
"Daha senden gayrı âşık mı yoktur / Nedir bu telaşın ey deli gönül."
Ruhsati'nin türküsü yakar geçer.
Âşık Ruhsati (1835-1911), Sivas'ın Kangal ilçesinden. Anadolu'nun bağrından.
Ne kalemle tanındı ne kılıçla. Bir tek sesiyle ve gönlüyle geldi. Derdini içine atanlara sözcü oldu, sırdaş oldu.
Adı Mustafa. Tıpkı Seyrani gibi, ona da kader başka bir isim yazdı: Ruhsati.
Yani "İzinli, yetkili, ehliyetli olan…"
O izinle konuştu:
"Vücudumda titreyen bu cana aklım yetmedi
Gönül verip sevdiğim canana aklım yetmedi
Bir gece menamda gördüm muhabbetin badesin
İçmeden mest eyledi fincana aklım yetmedi"
Susmanın içinden seslenir:
"Boynumda aşkın zinciri çözen yoktur bendemi
Yüz bin sene aman desem duyan yoktur andımı
Gökte esen yellerden de sakınırım kendimi
Akşamaca zemmeden insana aklım yetmedi"
Ruhsati, Anadolu'nun bağrından konuşur:
"Aşkının ateşi bu cana koydu
Bülbül gibi beni figana koydu
Başımı bir kara dumana koydu
Karlı dağ ardında gümanım kaldı"