Yücel Çakmaklı'yla beni tanıştıran dostum Sadık Battal'dır. Çakmaklı, sevdiğim bir adamdı zaten. Tanıştıktan ve onun güzel gönlünü gördükten sonra en başta şaheser filmleri Küçük Ağa ve KuruluşOsmancık olmak üzere tüm sinemasını izledim diyebilirim. Muhabbetle izlemenizi öneririm.
Tanıdığım Yücel Çakmaklı'yı ve sinemasını anlatmak istiyorum dilim döndüğünce. Sadık'a ve Yücel Çakmaklı üstadımıza rahmet dilerim.
Yücel Çakmaklı, kıymeti geç fark edilmiş bir sinemacı. Milli Sinema Akımı'nın en önemli temsilcilerinden. Yönetmen, yapımcı ve senarist. Küçük Ağa, Bir Adam Yaratmak, Minyeli Abdullah, Sahibini Arayan Madalya ve Kuruluş gibi filmlerde onun imzası var. Aynı imzayı senaryosunu Necip Fazıl'ın yazdığı yapımlarda da görürüz. Tarık Buğra'nın romanları onun maharetli elleriyle beyazperdeye taşındı.
Zor zamanlarda konuştu, filmler yaptı.
Yücel Çakmaklı'nın çocukluğunun en güzel, en heyecanlı günleri çocuk esirgeme kurumlarında geçer. 1937 doğumlu. Dört çocuklu bir ailenin en büyüğü. Küçük Yücel de 7 yaşından 18 yaşına kadar Afyon'da çocuk yuvasında kalır.
Hayalindeki şehir ve hayalindeki sinema için liseden sonra İstanbul yollarındadır 1959'da Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirir. Yeni İstanbul gazetesinde -1963'ten itibaren- Tarık Buğra'nın yönettiği sayfada sinema yazıları yazar. Osman Seden, Orhan Aksoy gibi ünlü yönetmenlerle çalışır.
Hayali büyük Türkiye'nin sinemasını yapmaktır.
Yetiştirme yurdundaki çocukların nasıl birbirlerine gönülden bağlandıklarını, birbirlerinin hayatlarına karıştıklarını daha İstanbul'a gitmeden çok yakından görür. Ve bu, onun düşüncesini, sinemasını, edebiyat anlayışını çok etkiler.
Devlet şefkat demektir ona göre; evlatlarını bağrına basan.
Çakmaklı'ya göre çocuklar bizi hakiki sese çağırır her zaman. Çocuk hakikate daha yakındır ve günahsızdır.
Yücel Çakmaklı'nın çocukluk ve yuva günlerini kendisinden uzun uzun dinledim. Çakmaklı sinemasının güzelliğinin kaynağı orası, sır o günlerde bana göre.
Çakmaklı'nın sinemaya adım attığı 60'lı yıllar, Türkiye'de toplumsal değişimin çok hızlı olduğu yıllardır. Bu değişimin sancıları yaşanır memleketin tamamında. Bir taraftan da ideolojik kutuplaşmalar vardır.
Yücel Çakmaklı tam da öyle bir dönemeçte kendi milli değerlerimize dönüşte sinema ve sinemanın imkânları üzerine kafa yoruyordu.
İşi bir hayli zordu, farkındaydı. Meselesi vardı. Türk diyordu, Türkiye'nin şarkısını söylemek istiyordu...
Çakmaklı, Türk milletinin tarihi gelişimini ve toplumsal ilişkilerimizi anlatmakta sinemanın eksik kaldığını düşünür. Kemal Tahir gibi o da tarihimize karşı bir çarpıtma yapılageldiğine inanır. Haklıdır. Çünkü Batı toplum modeline şöyle ya da böyle bir özenti vardır. Batı toplum modelini benimseyenler, orada olanın bizde karşılığı olmamasına rağmen sanki Türkiye'de de yaşanmış gibi Batılı filmlerin isimlerini değiştirip onları Türkçeye aktarmakta bir sakınca görmüyorlardı çünkü. Türkiye, Tarık Buğra'nın Dönemeçte'sine yaklaşmaktadır. Dolayısıyla bir milli sinema anlayışına ihtiyaç vardı. İşte Yücel Çakmaklı'nın yaptığı filmler o arayışın ilk ürünleri olarak ortaya çıkar. Türk sinemasına yeni bir anlayış getirir milli sinema akımı. Milli değerlerimize dönük sinema toplumda da heyecan yaratır.