Bir kelebeğin kapanan kanatları

Yavuz Gürhan, nam-ı diğer "Kelebek Yavuz," 69 yıllık ömrünün tam 45 yılını cezaevlerinde geçirmiş bir adam. Henüz 15 yaşındayken karıştığı bir olayla başlayan tutukluluk serüveni, elliden fazla farklı cezaevine uğramasıyla adeta bir rekora dönüşmüş.

Hayatı boyunca yalnızca birkaç ay özgür kalabilmiş. Çoğu zaman dört duvar arasında hayata tutunmaya çalışan bir insanın hikâyesi bu…

***

Cezaevine ilk kez genç yaşta, bir arkadaşının yönlendirmesiyle para tahsili için gittiği bir olay nedeniyle girmiş. Yanında taşıdığı bıçak, onun yıllar sürecek mahkûmiyetinin başlangıcı olmuş. O günden sonra cezaevi günleri başlamış ve ömrü boyunca sürmüş.

Yavuz Gürhan'a göre cezaevi, dışarıdan göründüğünden çok daha ağır bir yer. Parası olanın yaşamını kolaylaştırdığı, olmayanın ise dayak, hizmetçilik ve aşağılanmayla karşı karşıya kaldığı bir ortam. "Afedersin, ahırı andıran yerler" diyor cezaevlerini anlatırken. Meydancılık yaparak, yani başkalarının çamaşırını ve bulaşığını yıkayarak çay ve sigara parasını çıkarmış. Koğuşlarda güçlü olanın sözünün geçtiği, paranın ve fiziksel gücün belirleyici olduğu bir düzende hep gariban kalmış. "Ekip ağası" hiç olamamış; çünkü bu, zenginlik ya da acımasızlık gerektirirmiş.

İçerideki hayatı anlatırken, yemeklerden ibadetlere kadar her şeyin rutine bindiğini söylüyor. Her gün aynı mercimek çorbası, aynı kaygılar, aynı düşler... Ziyaret günlerinin heyecanı ise onun için bambaşka bir dünya. Ancak uzaklık ve maddi imkânsızlıklar nedeniyle ailesiyle görüşmesi oldukça sınırlı olmuş. Yıllar içinde eşi ve çocuklarıyla bağları kopmuş. "Ben onlara babalık yapamadım ki," diyor.

İçerideyken en çok gençliğini ve kaçırdığı fırsatları özlemiş. Bir zamanlar Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı tarafından evlatlık alındığını ama o evden kaçtığını anlatırken pişmanlığını gizleyemiyor. Cezaevinde hayvanlara yönelmiş, kuşlarıyla kurduğu dostluğu anlatırken sesi yumuşuyor: "Kuşlar çiçek koparıp bana atardı. Bahçeyi pisliyor diye onları öldürdüler," dediğinde yüzüne hüzün çöküyor.

Üç kez firar etmiş. Birinde çatıdan kaçıp yarım saat içinde yakalanmış. Sürgünler, dayaklar, yeni cezaevleri… En büyük trajedilerden biri, hastalanan bir arkadaşının bürokratik engeller yüzünden hastaneye sevk edilememesi olmuş. O arkadaşı çatıyı aşarak kaçmış ama asker tarafından vurularak öldürülmüş. "Bürokrasinin kurbanı oldu," diyor.

Cezaevinde geçirdiği yıllar boyunca çeşitli sertifikalar almış; arıcılık, kalorifercilik, daktilo kullanımı… Hatta İngilizce bile öğrenmiş. Ancak dışarı çıktığında en çok insanların gözlerinde gördüğü "mahkûm" damgası rahatsız etmiş onu. "İnsanlardan korkar oldum," diyor. Güven duygusunu yitirmiş, hayvanlara sığınmış. Küçük şeylerden etkilenir hale gelmiş; birinin yaptığı bir iyilik bile gözlerini doldurur olmuş.