İnsanlarımız şaşkın. Hayatlarının nasıl bir döneme denk geldiğine inanamıyorlar. 30 yaş ve altındakiler, bu rejimden başka hiçbir şey bilmiyorlar. 50 yaşında olanlar, 30 yıl önce gerek geleceklerine, gerek Türkiye'ye çok farklı bir biçimde güven duyuyorlardı. Bugün ise çoğu insan yurtdışına çıkıp yeni bir yaşam kurabilme ümidiyle yanıp tutuşuyor. Yapılan önemli alımların KDV'li fiyatlarının - yurtdışı bedellerine oranla- iki katı olmadığı, enflasyonun alım değerini ve yaşam kalitesinin her yıl belki %25 azaltmaya devam etmediği, her gün kadınların, çocukların, kedi ve köpeklerin öldürülmediği, sokakların şiddet ve kan kokmadığı alternatifler var önlerinde... Asgari ücretin bile güzel yaşamalarına ve sosyalleşmelerine olanak sağladığı bir medeniyette hayatlarına devam etmek istiyorlar. Daha önce de yurtdışına yaşamaya giden çok vatandaşımız oldu. Bu dünyanın her yerinde her zaman olmuştur. Ama olay hiçbir zaman kaçarcasına, evini yurdunu terk etmek şeklinde bir senaryodan kaynaklanmıyordu! (Belki 12 Eylül öncesi hariç) Bugünse gençlerin çoğu bu ülkede Suriyelilere verilen hakların ve ayrıcalıkların kendi statülerinden katbekat üstün olduğunu görüyorlar. "Demokrasi"nin artık Türkiye'de anlamsız bir kelimeye dönüştüğünü üzülerek izliyorlar...
Peki Türkiye Cumhuriyeti bunu hak etti mi Hangi kesimler, hangi hataları ısrarla yaptılar Birkaç örnekle hatırlatayım:
- Yakın tarihimiz hakkında yapılan yorumların çoğunun maalesef oportünist ve "politik olarak düzgün" (politically correct) görünmek için ortaya atılan riyakâr cümlelerden ibaret olması!
- Parti içi ve partiler arası ilişkilerin, genellikle siyasilerin birbirini "yemek" için oluşturdukları bir "açık büfe"ye dönüşmesi...
- 1993'te, tam 32 yıl önce bugün geleceğimiz noktayı birebir anlatan Taban Operasyonu'nun bütün uyarılarına rağmen; CHP, SHP ve DSP'nin birleşmemiş, ortak aday çıkarmamış ve adaylıklarda "birbirinden oy çalmamak için alan paylaşımı" önerisine bile tenezzül etmemiş olmaları! Bugün yaşadığımız her şeyin 1994 yerel seçimleri öncesi yapılan bu ikazların sözde liderler tarafından yok sayılmış olmasından kaynaklanıyor olması
- Yıllarca halkı sürükleyen bir dinamik oluşturan Bülent Ecevit'in, 12 Eylül sonrası adeta solu birleştirmemeye yeminli bir siyasetçi gibi davranması, kendisini bu uğurda uzlaşmaya davet eden her heyeti, Partiyi, yazarı veya hareketi "yok hükmünde" sayması
- Merkez sağın uzun yıllar anti-laik siyaseti alttan alta desteklemeleri ve tarikatların gelişmesi için kendi güçlerini kullanmaları, siyasette din sömürüsünün önünü seve seve açmış olmaları
- Merkez medya patronlarının, yayınlarını İkinci Cumhuriyetçilere teslim etmesi; Atatürkçüleri adım adım tasfiye etmesi; ortamın Cumhuriyet'in kazanımlarını sorgulayarak "entel-dantelliklerini" kanıtlama peşinde olan bu zavallı, çıkarcı, tarihsel analiz yeteneğinden yoksun güruha terk edilmesi...
- Ilımlı İslamcı kadronun da İkinci Cumhuriyetçilere yamanması ve FETÖ'nün Abant toplantılarında bu ittifakların stratejilerinin ve taktiklerinin ortaya dökülmesi, medya patronlarının da yine bu ittifaka destek vermesi; laikliğin öne çıkarılarak korunmasının adeta faşist bir tutuculuk olarak tanıtılması; türban takmanın ve ılımlı () ve demokrat (), İslamcı görünmenin son derece "ilerici" bir hareket olarak sunulması; Cumhuriyet'in temel değerleriyle sürekli kavgalı ortamların zoraki ısrarlarla geliştirilerek her birinin "çok alkışlanacak" tutucu-İslamcı Marksist demokrat çizgiler arasında gidip gelmesi ve doruğa çıkarılması.
- Yurtdışında, özellikle Avrupa'daki vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde, sol partilere oy verirken, Türkiye'deki seçimlerde büyük çelişkilere düşerek, AKP'yi desteklemeye devam etmeleri.
- AB'nin büyük baskılarıyla, Cumhuriyetimizin kurucu güçlerinin merkezinde yer alan ordunun tarikat kumpaslarına kurban edilmesi; FETÖ saldırılarının nasıl bir dev komplo olduğunun korkunç faturalarla kanıtlanmasının ardından bile TSK'nın bağımsız, saygın ve tüm ülkeye güven veren eski kimliğine geri dönememesi
- TSK sürekli saldırı altındayken ve medya patronları bu saldırının baş düzenleyicisi İkinci Cumhuriyetçilere sessiz sedasız teslim olmuşken, CHP'nin "aman anti-demokrat görünmeyelim" mantığıyla bu haksızlıklara sessiz kalması ve hatta yakın tarihimizin kritik siyasi virajları hakkındaki yorumlarda TSK'nin yalnız bırakılması.
- Kılıçdaroğlu'nun yönettiği CHP'nin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne Türkiye'nin konjonktürü ile ne de CHP'nin kimliği ve ideolojisi ya da programıyla uzaktan yakından alakası olmayan Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösterebilmesi ve sözde parti disiplini ve başkana saygı gibi kabul edilemeyeceği gün gibi aşikar hatalarla partinin milletvekillerinin ve örgütünün kazan kaldırmamış olması (O dönem demokratik kitle örgütleri olarak buna şiddetle itiraz ettik ve bir araya gelerek Emine Ülker Tarhan'ı aday seçmiş, fakat bu adaylığı destekleyecek 20 adet cesur CHP milletvekili bulamamıştık!)

3