Zıplamıştı sevinçten palikarya!

İşe gitmek için sabah otobüse bindim, sırt çantamdan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Sahnenin Dışındakiler romanını çıkardım.

Kaldığım sayfadan okumaya devam, (tam da 19 Mayıs günü) 1920'lerde İstanbul'un işgal yıllarının tasvir edildiği bölüme denk geldim.

(İşgalden kurtuluşa giden yolda 19 Mayıs 1919'u, Anadolu'daki kurtuluş hareketinin başladığı yılı, resmi bayram olarak kutluyoruz.)

30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Anlaşması'nın ardından İstanbul İtilaf Devletleri'nin kontrolüne girmişti.

Bundan iki yıl sonra (16 Mart 1920) İstanbul işgal edildi.

Durumun vahameti üzerine İstanbul hükümeti Osmanlı subayı Mustafa Kemal'i halkı örgütlemesi için Anadolu'ya gönderdi.

Ahmet Hamdi Tanpınar, işgal yıllarında İstanbul'daydı ve o dönem Payitahttaki günlük hayatı gözlemleyen 19-20 yaşlarında bir gençti.

Sonradan ünlü bir yazar olacak olan Tanpınar'ın Sahnenin Dışındakiler romanı 1950'lere gelindiğinde Yeni İstanbul Gazetesi'nde tefrika edilmeye başlamıştı.

Bundan çeyrek asır sonra, 1975'te kitap olarak yayımlanan o roman tam da işgalin yaşandığı 1920'ler İstanbul'unda geçer.

Dün (19 Mayıs) romanı kaldığım yerden okumaya devam ederken, 151-152 ve 153. sayfalarda tam da işgal yıllarında bizzat yaşadığı canlı manzaraları anlatıyordu yazar. (Dergah Yayınları baskısı).

Çok değil, bundan 105 yıl önce, dedelerimizim çıplak gözlerle izlediği manzaralardı bunlar.

İşte, 1920'ler İstanbul'undan, Tanpınar'ın gözünden birkaç olay...

'Boğaz vapuru tıklım tıklımdı. Fakat bu, tabii günlerin o yekpare kalabalığı değildi. Sanki keder ve kinle karışık mütearrız bir sevinç ve şımarıklık insanları ikiye ayırmıştı. Halkımız yarınsız bir hayatın bütün ağırlığını sırtında taşıyor gibiydi. Bu ıstırap, büyüklerde olduğu kadar çocuk yüzlerinde de açıkça okunuyordu.

Hemen hepsi yavaş sesle, fısıldar gibi konuşuyorlar yahut sessizce önlerine bakıyorlardı.

Buna mukabil Rumlar ve Ermeniler acayip bir şımarıklık içinde sağa sola küstahça bakıyorlar, çıngar çıkarmak ister gibi davranıyorlardı. Hele Rumlarda her şey bir meydan okuma halindeydi. Küçük çocukların hepsini ya mavi-beyaz elbiselerle giydirmişler yahut da bu renklerle bir işaretle süslemişlerdi.

Bir kısmının elinde kağıttan küçük Yunan bayrakları vardı. Güvertenin daha ilerisinde, merdivenin başındaki açıklıkta birkaç palikarya (Yunan) ağız mızıkasıyla o senelerde pek iyi tanıdığımız bir Yunan marşını çalıyorlardı.'

Demek ki Osmanlı tebası olarak yüzyıllardır barış içinde yaşasa da işgalin ucunu görünce sevinçten zıplamıştı Yunan, Ermeni...

Kim bilir 2013'teki Gezi kalkışmasında İstanbul sokaklarına 'Zulüm 1453'te başladı' diye yazanlar aynı duygudaşlığın elleriydi.

Devam ediyor Tanpınar.

'Vapurdaki kalabalığın içinde işgal kuvvetlerine mensup zabitler ve neferler, kendi milletlerine has vasıflarla sadece muzaffer kuvveti temsil ediyor gibiydiler. Fransızlar gürültücü ve şımarmaya hazır, İngilizler soğuk ve kibirli, İtalyanlar nazik, kibar, hatta biraz da güverteyi dolduran güneşte uyumaya hazırdılar.'