Unutulmayan filmler: Bülbülü Öldürmek
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları beklendiği gibi 'aşırı sağ' partilerin yükselişine sahne oldu.
Kimileri 'aşırı sağ' diyor ama bunlar düpedüz ırkçı partiler...
Söz konusu partiler, son seçimlerde elde ettikleri başarılarla mevcut Avrupa siyasetini de salladı. Örneğin Fransa'da, erken seçim kararı alındı.
Önümüzdeki dönemde dengelerin oluşmasında gözler bu partilerin üzerinde olacak.
Aşırı sağın güçlenmesi, Avrupa'da zaten yüksek dozda seyreden yabancı düşmanlığını daha da artıracağa benziyor.
Zira ırkçılık ve öteki düşmanlığı hem Avrupa'nın hem de ABD'nin geçmişinde milyonlarca insanın hayatına mal olan savaşları, iç karışıklıkları ve sosyal çalkantıları beraberinde getirdi.
Mesela, ırkçılığın doruklara ulaştığı, "ekonomik buhran" yılları Amerika'sında, yani 1930'larda bir siyahinin avukatlığını üstlenmek demek, hem adalet sistemiyle, hem de toplumsal normlarla kanlı bıçaklı olmak demekti
Amerikalı yazar Harper Lee'nin böylesi bir mücadeleyi konu alan Plutzer ödüllü romanı Bülbülü Öldürmek (To Kill a Mockingbird) bir 20. Yüzyıl klasiği olarak edebiyata damga vurmuş bir eserdir...
Bülbülü Öldürmek, 1960'tan beri baskı üstüne baskı yaptı.
40-50 dile çevrildi.
35-40 milyon satışı yakaladı...
Korsan baskıları saymıyorum bile.
Birkaç kez beyazperdeye de uyarlandı.
Bunların içinde klasik filmler kuşağında yer alan 1962 tarihli "Bülbülü Öldürmek", yönetmen Robert Muligan imzasını taşıyor.
Oscar ve Altın Küre ödüllerine sahip filmin başrolünde Amerikan sinemasının usta oyuncusu Gregory Peck var.
1930'lar Amerika'sında, Alabama eyaletinde yaşanan gerçek bir olaydan konusunu alan film, ırkçılığın, şiddetinin zirve yaptığı bir dönemi gerçekçi bir üslupla işliyor.
Film, beyaz bir kadına cinsel taciz ile suçlanan siyahi bir adamı savunan Atticus adlı bir avukatın yaşadıklarını, onun toplumsal dışlanmışlığını altı yaşlarındaki kızı Scout'un gözünden aktarıyor.