Satılık Yunus Emre Divanı!

Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi...

Hz. Yunus Emre, yalan dünyanın hallerini anlatırken böyle sesleniyordu bir şiirinde.

O zamandan bu zamana asırlar geçmiş, şimdi Yunus Emre'ye ait olduğu bilinen en eski nüshalardan birinin (Karaman nüshasının) önümüzdeki pazar günü (24 Kasım) İstanbul'da yapılacak bir müzayedede satışa çıkarılacağını öğreniyoruz.

Böylesine tarihi önemi haiz bir Yunus nüshasının hangi yollardan geçerek 'müzayedeye düştüğü' ise tartışma konusu.

Haber Aktüel Tarih dergisinde duyuruldu: Phebus adlı İstanbul merkezli bir müzayede firması, 24 Kasım'da düzenlenecek açık artırmaya Yunus Emre Divanı'nın Karaman nüshasını ekledi. İddiaya göre 14. asra (Yunus Emre'nin yaşadığın dönem) tarihlenen ve bilinen en eski Yunus Divanı nüshası olduğu belirtilen eserin açılış fiyatı 50 bin dolar olarak belirlendi.

Haberde Mustafa Tatçı'nın dile getirdiği dikkat çekici bir iddiaya da yer veriliyordu: İddiaya göre, mezkur Yunus Emre Divanı, aslında (eseri satışa çıkaran) Kayserilioğlu ailesine ait değildi. Esasen Karaman'da Şeyh Bekir Efendi'ye ait bir vakıf malıydı.

Nasıl oluyor da bir vakıf malı özel mülkiyete geçebiliyor

İddia vahim... Dolayısıyla, müzayede evi yöneticisi avukat Fatih Selim Bayram'a söz hakkı doğuyordu.

Nitekim Anadolu Ajansı'na mülakat veren Bayram, eserin satış işlemleri için gerekli mercilere müracaat edildiğini söyledikten sonra ilave ediyor: 'Bizde eski ve kıymetli bir eser satışa çıkarıldığında hemen şüpheci gözle bakılır. 'Tarihi eserler nasıl satılır' bu kötü bir şeydir gibi algı vardır. Bu topraklara ait eserlerin bu topraklarda kanuni izinler alınarak gönül rahatlığıyla el değiştirebilmesi lazım.'

Ancak bu şekilde tarihi eserlerin ait oldukları ülkelerce tescilleneceğini, dolayısıyla da kaçakçılığın önüne geçileceğini söylüyor.

Londra'dan örnek veren Bayram, orada bu işlerin kanuni zemininin düzenlendiğini, dolayısıyla herkesin gönül rahatlığıyla Londra piyasasına güvenerek alım satım yaptığını dile getirdikten sonra 'Bu işlerin merkezlerinden biri de neden İstanbul olmasın' diye soruyor ve bu sayede eser satışlarından elde edilecek komisyonların ülke bütçesine katkı sunacağını öne sürüyor.

Keşke, uluslararası tarihi eser piyasasında her şey Bayram'ın ifade ettiği şekilde düzgün işleyebilse... Ama perde arkasında neler döndüğü, az çok bu işlerle ilgilenen herkesin malumu olsa gerek.

Bayram, bu noktada, kötü bir örneği yine kendisi dile getiriyor: