Malazgirt 1071'de olmayan ne

Sinemacılarımız teknik ve estetik düzeyde çıtayı bir hayli yükseltti, lakin, hala bocaladığı bir alan var; insanı anlatabilmek...Velev ki bu insan bir fabrika işçisi, yahut, büyük zaferler kazanmış, yurt kurmuş, Anadolu'nun kapılarını Türklere açmış, çağ açıp çağ kapatmış bir lider, hükümdar, komutan olsun... Sonuç değişmiyor; yüzeysel...Bu yüzden ne dört başı mamur bir Atatürk filmimiz var, ne Fatih Sultan Mehmet, ne Kanuni, ne başkası...TRT'de reklam ve haberlerini görünce, bir umut, arkadaşlarımı da peşime takıp, Atlas Sineması'nın kapısına dayandık; Malazgirt 1071 filminin ilk gösterim heyecanına ortak olmak amacıyla...Arkadaşlarımı anmam boşuna değil; gelmek istemediler önce... Mazeretleri şuydu: 'Bizim sinemacılar tarihi dönem filmlerinin hakkını veremiyor.'Israr ettim, gittik.Film, Anadolu'nun kapılarının Türklere açılmasını sağlayan Malazgirt Savaşı'na giden süreci konu ediyor.Kuru tarih bilgime göre, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun ikinci Sultanı Alparslan'ın en büyük hayali, Müslüman toplulukları Selçuklu bayrağı altında bir araya getirmekti.Bunun için amcası Tuğrul Bey döneminde başlayan Anadolu'ya seferleri devam ettirdi.Bu sırada Bizans cenahında yaşanan iç karışıklıklar da Türklerin Anadolu'da yol almasını, ilerlemesini hızlandırdı.Türklerin ilerleyişini durdurmak için harekete geçen komutan Romen Diyojen, 'tehlikenin' farkına varamayan Bizans Sarayı'na karşı başarısız bir darbe girişiminde bulundu ve idama mahkum edildi. Lakin, ondaki vatanseverliği gören dul Bizans imparatoriçesi Ludika, ani bir operasyonla, Diyojen ile evlendi ve Türklerle mücadele edebilmesi için imparatorluk tahtına oturmasını sağladı.İdamlıktan imparatorluğa yükselen Diyojen, Türklerin ilerleyişini durdurmak üzere büyük bir ordu kurdu.Bu sırada Sultan Alparslan da savaş hazırlıklarını tamamladı ve iki ordu Malazgirt'te karşı karşıya geldi.Sonrası malum, 200-250 bin kişilik Bizans ordusu, 50 bin kişilik Türk ordusuna yenildi ve Anadolu'nun kapıları böylece Türklere açıldı.Bu muazzam tarihi süreci ele alan başarılı bir epik sinema eserinin seyirciyi alıp beyazperdede o döneme götürmesi beklenir.Sinema bunun için var ki mekan tasarımı, hikayesi, oyunculukları, sanat yönetimi, kostümleri, dönem atmosferiyle kişiler ve olaylar ete kemiğe bürünsün.Öyle gerçekçi olsun ki sanki o günleri yeniden yaşamış duygusuyla filmden ayrılalım, (hatta ayrılamayalım) film içimizde sürüp gitsin...Üzgünüm, Malazgirt 1071 filminde böylesi bir etkileyiciliği (hiç mi hiç) bulamadım.Senaryodan başlayarak, oyunculuklar, kostümler, savaş sahneleri, diyaloglar yani iyi bir film kompozisyonunda olması gereken bütün elementler tel tel dökülüyordu.Film, girişte bahsettiğim ansiklopedik bilgilerin dışında (maalesef) duygu ve karakter tahlillerinden yoksun, yalınkat bir anlatımından ibaret. Sultan Alparslan dahil hiçbir karakter yeterince ele alınmamış.Doğrusu bu kadar kötü oyunculuklar da beklemiyordum... Başrolde Cengiz Coşkun, (elinden geleni yapsa da) Diriliş Ertuğrul dizisinin etkisinden çıkamamış. Tecrübeli oyuncu Vildan Atasever sinemada değil, adeta tiyatro sahnesinde arz-ı endam ediyor.Filmde hiç mi hiç işlenmemiş bir karakter olarak ortalıkta dolanan Haluk Piyes sanki