Cüneyt Arkın ve Yeşilçam'ın ölümü

Cüneyt Arkın ile koyu bir sohbete dalmışız Ulus'taki evinde... 90'lı yılların ilk yarısı... Üzerindeki kot pantolonu gösteriyor, 'İşporta işidir, marka takıntım yoktur' diyor. Sonra kendi çocuklarından örnek verip gençlerin 'marka tutkusuna' vurgu yapıyor, 'Kendi kültürümüzle gurur duyacak gençlerin yetişmesi için sanatçısıyla, siyasetçisiyle, toplumun tüm dinamikleriyle, gerekli şartları hazırlamamak için sorumluluk almalıyız' diyor.Sözü sinemaya getiriyor: Amerikan filmlerindeki sahte kahramanların yerine, kendi tarihimizle, kültürümüzle özdeşleşmiş gerçek kahramanları gündeme getirmeliyiz. Türk sinemasında canlandırdığı Malkoçoğlu, Kara Murat, Battal Gazi gibi karakterlerin küçümsendiğini ama daha iyisinin de yapılmadığını söylüyor, ''Bu filmleri yokluklar içinde, fakat büyük fedakarlıklarla çektik' diye ekliyor.Sonraki karşılaşmamız Antalya Altın Portakal Film Festivallerinden birinde oluyor.İdeoloji çukurunda debelenip durmuş bir yönetmenin, ayaküstü, bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını görüyor uzaktan...O yönetmenle konuşmamız bittiğinde 'Gel' diye işaret ediyor Cüneyt Arkın, 'Bu adam' diyor, 'Türk sinemasını temsil etmez. Halkın değil, başkalarının adamıdır.' Hem, genç bir muhabir olarak beni, hem de Türk sinemasının anlam dünyasını koruyan, sahiplenen o tavrını hiç unutmadım Cüneyt Arkın'ın.'Ben vahşi kapitalizmin taşeronluğunu yapamam, havası başka, suyu başka, götürün deni buradan' diyerek davet edildiği Hollywood'dan memleketine geri döndüğünü, Amerikan rüyasını elinin tersiyle ittiğini duyunca, Arkın'ın vatanperver milliyetçiliğine bir kez daha kanaat getirecektim.Duruşu, bakışıyla etkileyici, karizmatik bir aktördü; dünya yakışıklısıydı...'Birlikte çektiğimiz filmlerde' diyor Türkan Şoray, 'Benim oynamadığım sahnelerde kameranın arkasında, beni göremeyeceği bir yere geçip, onu hayranlıkla izlerdim.' Böylesi bir karakter, isteseydi elbette Hollywood'da tutunup, dünya çapında bir şöhret olabilirdi ama 'Benim kahramanın Türk halkıdır' diyerek vatanını tercih etti. 1960'larda, dünya sinemasında olduğu gibi, Yeşilçam'da da star sisteminin egemenliği vardı. Seyirci, başrol oyuncularına göre filme giderdi. Yakışıklı erkekler ve güzel kadınlar hep başrolde olurdu.Cüneyt Arkın da zaten bir dergi tarafından 'jön' seçilmemiş miydi...Böylesi bir dönemde, Halit Refiğ tarafından keşfedilen Cüneyt Arkın, yönetmenin en değerli filmlerinden biri olan 'Gurbet Kuşları' (1964) ile sinemaya adım attı.Romantik jön olarak başladığı sinemada daha sonra tarihi karakter filmlerinin vazgeçilmez, efsanevi oyuncusu oldu. Uğruna doktorluğu bıraktığı sinemayı o kadar sevdi ki hareketli