Erdoğan görevi bırakmalı

İntikam kör eden bir bıçak gibi. İnsanı esiri yapıyor.

28 Şubat kumpası nedeniyle hapiste olan 84 yaşındaki emekli Orgeneral Çetin Doğan hastanede ölümle mücadele ediyor. Adli Tıp'ın "Hapiste kalamaz" raporunun gereği ise bir yıldır Erdoğan'ın masasında imzalanmayı bekliyor. Sadece Çetin Doğan değil, Fevzi Türkeri ve Yıldırım Türker 83, Cevat Temel Özkaynak 79, Erol Özkasnak 78 yaşında aynı durumda.

Bakıyorum, ne zaman bu konu açılsa, aynı koro dile geliyor: Ama onlar kızlarımızın türbanla okula girmesini engellediler! Sözlerini trolleri "Gebersinler" temennisiyle sonlandırıyor.

Oysa hapisteki yaşlı komutanların üniversitelerdeki türban meselesiyle ilgisi yok.

Önümde bir kitap var. Adı: Aklımdan Başka Silahım Yok ki.

Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz yazmış. Dönemin üniversitelerdeki en büyük muhatabı sorunun tarihini anlatmış:

"İlk olay 1968'de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde meydana gelmiştir. Derslere türbanla girmekte ısrar eden 1859 nolu Hatice Babacan adlı öğrencinin disiplin kurulu kararıyla kaydı silinmiştir. (...) Bu olaydan sonra, uzun yıllar, türban sorunu ülke gündeminde yer almamıştır."

Kemal Gürüz, 12 Eylül sonrasında Evren ve Özal'ın farklı eğilimlerde olsalar da mesele üzerine rektörlerle toplantı yaptığını hatırlatıyor. Gürüz, bu toplantılara katılan rektörlerin nabza göre şerbet verdiği yorumunda bulunmuş.

MAHKEMELERE NE DEDİ

Resmi kronolojiden devam edelim. YÖK, 20 Aralık 1982 tarihli genelge ile derslere başörtülü girilmesini resmen yasakladı. Danıştay 8. Dairesi, 13 Aralık 1984'de genelgenin iptali başvurusunu şu gerekçeyle reddetti: "Türbanın masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline geldiği..."

Bu kadarla kalmadı. 8 Ocak 1987'de Resmi Gazete'de yayınlanan YÖK kararıyla, "çağdaş kıyafet dışındaki kıyafetler", kınama cezası gerektiren disiplin suçu olarak tanımlandı.

Gürüz, sonrasında, İhsan Doğramacı'nın çözüm bulma serüvenini anlatıyor:

"Mesele bundan sonra giderek çetrefilleşti. 'Çağdaş kıyafet ve görünümü nedir' sorusuna cevap aranmaya başlandı. Hoca hem Evren'i hem Özal'ı memnun edebilmek için YÖK'e ressamlar getirtti ve Mevhibe İnönü'nün başı kapalı bir fotoğrafı örnek alınarak kabul edilebilir bir baş örtme modeli arayışına girildi. 'Türban' terimi de bu aşamadan sonra literatüre girdi ve de olayı içinden çıkılmaz hale getirdi."

Bu kadar değil...

Anayasa Mahkemesi de 2 ayrı türban kararı verdi. 7 Mart 1989'de, ardından 9 Nisan 1991'de üniversitede türban takılmasının anayasa uygun olmadığı hükmünde bulundu. 17 Haziran 1994'te de Danıştay İdari Davalar Kurulu aynı yönde karar belirtti.

Gürüz, 1996'ya gelindiğinde ortamın yumuşadığını haber veriyor.

TÜRBAN ÜZERİNDEN SİYASET

Buradan sonrası eski AKP milletvekili ve Meclis başkanı olan, 90'lı yıllarda milli eğitim bakanlığı yapan Köksal Toptan'dan alıntı:

"Üniversitelerde türban yasağı minimize edilmişti. İki üniversitemizin bir iki bölümünde kalmıştı. Karşılıklı oturarak, konuşarak bu iş çözülüyordu. Hiçbir sorun da yoktu. İmam Hatiplerle ilgili bir tartışma bile yoktu. Ama hemen arkasından 'Rektörler türbana selam duracak', 'İmam hatipler bizim arka bahçemizdir' şeklinde gelişen söylemler Türkiye'de ciddi hassasiyet yarattı."

AKP'li Toptan, o yıllarda türban hadisesinin politik nedenlerle kaşınarak ülkenin türban kavgasına sürüklendiğini anlatıyor.

Nitekim...

28 Şubat, 1997 yılında gerçekleşen MGK'nin adıydı. Bu tarihten neredeyse 5 yıl sonra, 20 Aralık 2001'de, Danıştay 12. Dairesi, türbanlı bir çalışanın memuriyetten atılmasını hukuka uygun buldu. Yıllarca, açılan davaların tamamı türban aleyhinde sonuçlandı.

Öyle ki, 4 Eylül 2012'de, dönemin AKP'li Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer bile şunu söyledi: "Kız öğrenciler din dersinde başörtüsü takabilir. Onun dışında, herkes hukuka uymak zorundadır."

Kemal Gürüz, başkanlığı döneminde, verilen hukuk kurallarını uygulamaktan başka çarelerinin kalmadığını anlatıyor:

"Her vesileyle dile getirdik, anayasa ve yasaları değiştirin, yüksek mahkeme kararları ortadan kalksın, biz de bunları uygulayalım. İstismar ve zaman zaman acımasızca ağır hakaretlere varan beyanlar dışında hiçbir şey görmedik politikacıların çoğundan."

Üstelik...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 2 Temmuz 2002'de, 29 Haziran 2004'te, 10 Kasım 2005'te türban aleyhinde karar verdi.