Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı

"Söylediğinde değil, duyulduğunda tamamlanıyor insan." Geçenlerde çıkan Amsterdam romanında okudum (Başar Başaran, Doğan Kitap). İnsanın sözü, kendi dudaklarında mı yoksa başkasının kulaklarında mı başlıyor diye düşündüm.Her yerde açıklamasının tartışıldığı gün Ümit Özdağ'ı aradım. En çok merak edilen soruydu: Ne yapmaya çalışıyor Kimi onu iktidar ile iş tutmakla suçluyordu. Kimi kendi küçük tabanını büyütmek için hamle yaptığına inanıyordu. Kimi de şahsi özelliklerine bağlıyordu. Hangi yanıtı verirse versin, tartışmasız 6'lı muhalefetin mensuplarının tamamı ona kızgındı.Aradım, doğrudan sordum. "Ne yapmaya çalışıyorsunuz" dedim. "Ben bir siyasi parti başkanıyım, ülkeyi dolaşıyorum, milletin Mansur Yavaş isminde mutabık olduğunu gördüm, adını söyledim" dedi.Telefonu kapattıktan sonra içimden geçirdim: Sahi sorun Ümit Özdağ'da mı Ya da Mansur Yavaş adında mı Boş verin parti başkanını, görüşü ne olursa olsun herhangi bir vatandaşa, cumhurbaşkanı adayı önerdi diye kızmalı mıyız Yoksa yine ilk düğme baştan yanlış ilikleniyor da ardından gelen tüm adımlar yanlış mı atılıyor Hıncımızı düğmeden ya da ilikten mi alıyoruzMesele Özdağ'dan ibaret olsa "kişisel" der geçerdim. Ancak hiç de öyle olmadığını gördüm...Geçen günlerde bir CHP milletvekiliyle denk geldik. Elbette hepimizin aklına ilk gelen sorular seçimle ilgiliydi. Merakla sıraladık. Ancak çarpıcı bir yanıt aldık: "Emin olun bu konulara dair siz bizden daha çok şey biliyorsunuz!" Sorduklarımızın cevabı onda yoktu. Kimin aday olacağı bir yana, muhalefetin adayının nasıl belirleneceğini, sürece kimlerin nasıl katılacağını dahi bilmiyordu.Aslında görünen köye kılavuza gerek yok. Köy kahvelerinde bile bu tartışılıyor, gazeteciler seçimi konuşuyor, anketçiler yorumluyor, siyaset bilimciler analiz ediyor. Gelgelelim, halkın kendisi adına siyaset yapsın diye oy verdiği siyasetçiler bile, tarihin dönüm noktasına karşı kayıtsız görünüyor.Üstelik yalnız siyasetçiler değil...Diyelim muhalif görünümlü bir gazetedesiniz. Cumhurbaşkanı arayışlarını konuşmak istiyorsunuz. Ya da bir sivil toplum örgütündesiniz. Çorbada benim de tuzum olsun diyorsunuz. Karşılığında hep aynı tavrı görüyorsunuz. Parmak ağza gidiyor. Hastanelerde fotoğrafı asılı hemşire taklit ediliyor: "Şşşş, sürece zarar verme!"VESAYET RENK DEĞİŞTİRDİBir dönem kendisine liberal diyen ama hiç de özgürlükçü olmayan kişilerin ezberiydi. Yemek tarifi sorsanız, "çünkü askeri vesayet" diyorlardı. Ekonominin kötüleşmesinin, toplumsal bozulmanın, siyasetin yozlaşmasının sebebi onlara göre hep aynıydı. Süreç gösterdi ki her soruya "askeri vesayet" yanıtı verenler pek de iyi niyetli değil. Aslında kendi cevaplarına soru arıyorlardı. Cumhuriyetin kurumlarının tasfiye operasyonu için, insanların zihinlerine hamurdan kalıplar yerleştiriyorlardı.Devir değişti. Ortada ne asker kaldı ne de askeri vesayet diyen liberal. Hepsini yıkıp apartman yaptılar! Artık bütün kurumlar, bütün kurullar, ekonomi ya da siyaset hepsi tek kişinin vesayeti altında. 100 yıl önce, ülke işgal altındayken, başkomutanını bile tartışarak seçen Meclis dahi canını teslim etmiş. Yerçekimi yasalarının farkında olmamanız, yüksekten düşmenizi engellemiyor. Seçim yasaları tartışılırken Meclis'in haline bakın. Kürsüde bir konuşmacı var, sıralar ise bomboş. Daha fenası; "İçeride maç izliyorlar" diye durumun açıklanması.Öte yandan...'ERDOĞAN GİTSİN' PARTİSİİnsanın gölgesinin kendisinden başka ama kendisiyle olması gibi. İktidarın tek kişilik vesayet rejimi kendisini bir başka şekilde muhalefette de üretti. Siyaset toplumun içinde üretilen, milletin kendisiyle yürütülen, yanıtını halktan alan bir mesele olmaktan çıktı. Bir dayatma haline geldi.Üstelik gözümüzün önünde...Hatırlayın, 2014 yılında, benzerini izledik. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli bir masaya oturdu, "Ekmeleddin" dedi. İki partinin de en kritik isimleri bile televizyondan öğrendi. Bir sonraki seçimde, Ekmeleddin Bey, ekmek için değil, MHP milletvekili