Gelecek Partisi lideri eski Başbakan Ahmet Davutoğlu: Bahçeli önerisine açıklık getirmeli
Aslında benim sorum yeni çıkan o kitapla ilgiliydi. Emekli General Rafet Kılıç Paşa'nın 15 Temmuz'un dokuzuncu yılında yayımlanan Nifak kitabından söz ediyorum. Hulusi Akar'ın eski çalışma arkadaşı Rafet Paşa, 15 Temmuz darbesinden iki ay önce görevi bırakan Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Karargâh'a yaptığı veda ziyaretini anlatırken, Akar'ın mimiklerine yansıyan gerilimi tarif ederek şu ifadeyi kullanıyordu: "O iki buçuk saat süren ziyaret asla sadece nezaket gereği yapılan bir veda ziyareti olamaz."
Okuyunca merak edip Ahmet Davutoğlu'na o ziyareti sordum. Net bir yanıt verdi: "O bölümü gördüm, tebessüm ettim. Hulusi Akar'ın beden diline bakarak yorum yapıyor. Bu kadar gayri ciddi bir yorum olur mu Dolayısıyla külliyen yalan."
Sohbet açılınca sorularım devam etti...
Peki o ziyaretlerde neler oldu: "Başbakanlığı bırakırken, ziyaret ettim devlet kurumlarını. Her birine, ben ayrıldıktan sonra ne beklediğimi anlattım. Yani ben bırakıyorum ama Genelkurmay'dan şunların takibinin devam etmesini istiyorum. Terörle mücadele devam etmeli, FETÖ'yle mücadele devam etmeli vs. Hepsi o şekilde geçmiştir. MİT müsteşarımızla, Diyanet İşleri başkanımızla da aynı şekilde."
Davutoğlu'na bu görüşmelerdeki üslubu da sordum: "Başbakan olarak Genelkurmay başkanıyla ya da herhangi bir kurum başkanıyla tartışmam. İstişare eder, talimat veririm. Hiçbir kurum başkanıyla benim herhangi bir şekilde yüksek tonda konuştuğuma dair kimse şahit olmamıştır."
MİT 2015'TE SÖYLEMİŞTİAhmet Davutoğlu'na, katıldığı YAŞ toplantısında FETÖ'yle ilgili atılan adımları sordum: "2015, benim katıldığım tek Yüksek Askeri Şura (YAŞ) olmuştur. 2014'te YAŞ bittikten sonra başbakan olmuştum. 2015'te bana gelen bilgiler ışığında FETÖ'nün tasfiyesi için atılması gereken her adımı planladık ve önemli bir kısmını 2015'te tasfiye ettik. Üzerinde tam mutabakat olmayan ve daha fazla tetkik gerektiren veya takip gerektiren konuları da 2016'ya bırakmıştık. Eğer devam etmiş olsam, tasfiyeyi tamamlayacaktık."
Rafet Paşa, Karargâh'ta bir direniş olduğunu yazmıştı. Acaba böyle bir direnişle karşılaşmış mıydı: "Belli ölçülerde vardı. Mesela Mehmet Dişli'nin net olarak 2015'te görevden alınmasını istedim. Ama Genelkurmay'dan 'Söylentiler var, delil yok' dendi. Cumhurbaşkanı da abisinin (Şaban Dişli'yi kastediyor) garantisiyle erteledi. Bana kalsa, 2015'te, Mehmet Dişli'yi MİT'ten gelen rapor üzerine görevden alacaktık. ünkü MİT çok net olarak bana Mehmet Dişli'nin, bu çetenin önemli isimlerinden biri olduğunu bildirmişti. Ben de net olarak 'Onu görevden alacağız, almalıyız' demiştim. Sayın cumhurbaşkanına da, sayın Genelkurmay başkanına da... Fakat, abisi sayın cumhurbaşkanını aradı, teminat verdi ve olmadı. YAŞ nihayetinde bu istişarelerle yapılır. Dolayısıyla ben üzerime düşeni, bana ulaşan bilgiyi, istihbari bilgilerin gereğini sonuna kadar yaptım."
ULUDERE SENDROMU DEDİLER FETÖ IKTIDokuz yıl sonra halen FETÖ'yü konuşuyorduk. Hata acaba neredeydi:
"Bir olay anlatayım. Tarih: 23 Temmuz 2015. Sabahleyin İçişleri Bakanı'ndan erken saatte telefon geldi. 'İki polisimiz Şanlıurfa'da yatağında vurularak şehit edildi' diye. Bütün istihbarat birimlerine talimat verdim. Arka planını çıkarın, iyice araştırın dedim. Provokasyon olabilirdi, çünkü çözüm süreci devam ediyordu. TBMM'de çoğunluğu olmayan geçici hükümetiz yani. Birileri bunu bir zaaf olarak görüp harekete geçmiş olabilirdi. Ancak sabah PKK bu saldırıyı kabullendi, üstlendi. O andan itibaren devlet olarak gereğini yapmamız bir zaruret halini aldı. Onun üzerine öğleden sonra saat üçte bütün komuta kademesini, bütün emniyeti, ilgili bakanları da toplantıya çağırdım. Ve o toplantıda hepsine dedim ki: 'Kamu düzeni bizim için esastır. Hiçbir şekilde zafiyet gösteremeyiz. Gereken yapılacak.' Ertesi gece saat üçte, PKK'ye, IŞİD'e, DHKP-C'ye, üçüne birden operasyonun başlatılması talimatını verdik. Yalnız bu talimat sonrasında, toplantıda komuta kademesinden bir komutan bitince dedi ki: 'Sayın başbakanım biz gereken hazırlıkları yaptık, vazifemizi yerine getireceğiz ama bizde bir Uludere sendromu var. Orada vazifesini yapan askerlerin bir kısmı yargıyla muhatap oldular. Bize MİT'e tanındığı gibi bir hukuki muafiyet tanınsın.' Böyle bir hukuki muafiyetin doğuracağı sonuçları düşündüm. TSK'ye sızmış unsurlar her an devletle operasyon bölgesindeki vatandaşlarımızı karşı karşıya getirecek bir provokasyona girişebilirdi. Döndüm ona dedim ki: 'Paşam, siz benimle çalıştınız, benim talimat verirken sesimde, elimde hiç titreme gördünüz mü' 'Estağfurullah efendim' dedi. 'Yani' dedim, 'bende bir Yassıada sendromu gördünüz mü, benim oturduğum koltuklarda oturan bir Dışişleri bakanı ve bir başbakan idam edildi. Devlet sendromla yönetilmez, devlet dirayetle ve hukukla yönetilir. Askeri mücadeleyi sonuna kadar yapacaksınız ve arkanızdayım. Ama hukuk devleti kuralları içinde yürüteceksiniz. Hukuk dışına çıkan kimseyi affetmem. Ben dahil herkes hukuki denetim altındadır. Benim için de hukuki muafiyet olamaz, sizin için de olamaz.'
Sonra da Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa'ya dedim ki: 'Paşam, ola ki insanlık halidir, sendrom yaşanmış olabilir, size yetki veriyorum, bana sormanıza gerek yok. Birisi bende Uludere sendromu var diye size gelirse, 'sendromla askerlik yapılmaz üniformanı çıkar, sendrom olmayan biri vazifeyi yerine getirir' diyeceksiniz.'
Fakat ne oldu biliyor musunuz Barış Bey Benim vermediğim hukuki muafiyet, ben 22 Mayıs'ta ayrıldıktan sonra, 2016'nın haziran ayı başında verildi. Ne zaman yürürlüğe girdi biliyor musunuz 14 Temmuz 2016'da. Yani darbeden bir gün önce. Şu anda mahkemelere giderseniz, darbeci askerleri savunan avukatlar, 'ıkan kanuna göre askerler terörle mücadele için oraya çağrıldılar' diye savunma yapıyor. Bu kadarını söyleyip bırakayım."
KOMİSYON SADECE SÜRE İİN ALIŞMALIözüm süreci Meclis'te komisyon aşamasına geçti. Yeni Yol da komisyondaki partilerden biri. Davutoğlu'na "Neye evet neye hayır" diyeceksiniz diye sordum:
"Benim kafam çok net açıkçası. Başından itibaren bu süreci destekledim. ünkü, uluslararası ilişkilerde bir türbülansın içindeyiz. Uluslararası sistemin bütün unsurları deprem yaşıyor şu anda. Bölgemiz ise ateş çemberi. Böyle bir durumda devlet aklı neyi söyler Önce sağlam basacaksın yere. Bu süreci, Türkiye'nin kendi içindeki ihtilafları giderip daha sağlam bir şekilde toprağa basabilmesini sağlayacak bir süreç olarak görüyorum. İlk destek beyan edenlerden biri oldum. Ondan sonra kasımda Irak'ın kuzeyine gittim. Görüşmeler yaptım ve hem sayın Bahçeli'ye hem sayın Erdoğan'a mektuplar yazdım. Sonra bu sene mayıs ayında örgütün kongresinden hemen sonra tekrar gittim ve yine görüşmeler yapıp bilgiler verdim. İlk açıkladığım maddeler arasında TBMM'de bir komisyon oluşturulması da vardı.
Şimdi geldiğimiz yere baktığımızda benim bu tavsiyelerimden bazılarının hayata geçmiş olmasından memnunum. Şimdi komisyon gerçekleşme aşamasında. İki şeyden kaçınmak lazım. Bir; komisyon, bu süreci yönetmesi gereken iktidarın riski üzerinden atacağı günah keçisi gibi bir fonksiyon görmemeli. Gerçek bir komisyon olmalı. İktidarın bu konuda samimi olması lazım. Ha, samimiyet için bir delil var mı Emin değilim. Onu zaman gösterecek. İkincisi; DEM ve İmralı açısından bakıldığında ise Kürt sorununun tümüyle çözüleceği bir komisyon gibi görülmemeli. Benim kanaatim doğrudan bu süreçle ilgili hukuki konuları ele almalı. Terörsüz Türkiye süreciyle ilgili adımlara bakmalı. Ha 'Anayasa değişiklikleri de olsun' diye gelirseniz bu süreci uzatır, gereksiz ideolojik tartışmalara yol açar."
Peki komisyon hangi adımları atacak: "Mesela infaz yasasında bazı değişikliklerle suça bulaşmamış olan kişilerin rehabilitasyonu; içeride olup da çok yaşlı, hasta olan yani hapishanede tutulmasının kimseye faydası olmayıp bırakılmasının sürece katkıda bulunacağı düzenlemeler... İkincisi ne olabilir Terörle Mücadele Yasası'nda bazı değişiklikler. Dünyada hapishanesinde en çok terörist bulunan ülke hep sizsiniz. Neden ünkü terör kavramımız çok geniş. Mesela tasfiye edilen bir örgütün iltisakı mı olur Kayyumla ilgili mesela, çok pratik adımlar atılır. Bu tür düzenlemeler yani sürecin işleyişini sağlıklı bir zemine oturtacak düzenlemeler, spesifik düzenlemeler üzerine yoğunlaşıp vazifesini en kısa sürede tamamlamalı bu komisyon. Yoksa bu komisyon, her gün Kürt sorunuyla ilgili herkesin farklı yorumlayacağı tartışmaların cereyan ettiği bir şekle dönüşürse süreç unutulur, günlük tartışmalara yoğunlaşılır."
İŞ SINIRIMIZA DAYANABİLİRDavutoğlu, süreç ilerlerken PKK'nin silahlarını teslim edişini kontrol edecek mekanizmaların kurulması gerektiğini anlattıktan sonra, Suriye'deki krizin süreci olumsuz etkileyebileceğini söyledi:
"Suriye'deki gelişmeler hiç istediğimiz gibi gitmiyor. Şu ana kadarki 'Suriye'nin içişlerine müdahil olmuyoruz' görüntüsü doğruydu. Ama şimdi çok daha aktif olmak gerekiyor. Suriye'nin güneyini İsrail, batısını Rusya, kuzeydoğusunu ABD etkisine bırakamayız. Bundan süratle çıkıp Kürtlerin (kuzeydoğu), Dürzilerin (güney) ve Alevilerin (batı) dış etkilerden uzaklaşıp Suriye Merkez Hükümetiyle barış yapmasına aracılık etmeli. Mesela Dürzilerin liderlerini Türkiye'de ağırlamalı. Dürzileri kesinlikle İsrail'in istismarına bırakmamalı. Biz Irak Savaşı sonrasında Irak'taki Sünni gruplarını, Amerikan askerlerine karşı mücadele eden direniş örgütlerini, Şii grupları hepsini Türkiye'de ağırlıyorduk. Bunda bir yanlış da yok. Hani 'Başka ülkelerin iç işlerine mi karışıyoruz, bu yeni Osmanlıcılık mı' demeyin. Amerika'nın olduğu yerde sen de olacaksın. Rusya'nın olduğu yerde senin de olmanın bir acayip tarafı yok. Senin yapacağın şey, Suriye'nin birliği için, bu azınlıklarla ilişki kurmak.
Ben dün Lübnan'daki Dürzilerin lideri Velid Canbolat'la iki telefon görüşmesi yaptım. Açıkçası benim kaygım Suriye'deki İsrail planı. Suriye'deki Dürzi ve Bedevi çatışmasından sonra Lübnan'da da Dürzilerle Sünniler arasında bir çatışma başlatacaklar. Böylece Hizbullah'ı zayıflattıktan sonra, Lübnan'da da küçük küçük güçler oluşturacaklar.
Suriye'yi 1982 sonrasındaki Lübnan gibi yapmak istiyorlar. Lübnan'daki Litani nehrinin güneyindeki İsrail denetimine açık Lübnan askerinin giremediği bir bölge gibi, Suriye'de de Suriye merkezi hükümetinin fiilen egemenlik hakkını kullanamadığı bir bölge oluşturmak istiyor. Aslında bu bölgeye müdahalesi Esad döneminde başlamıştı. Peki biz ne yapacağız Suriye'yi birleştirmek, Merkez Hükümetinin yanında durup; Alevilerin, Kürtlerin ve Dürzilerin mutlaka sistem içine girmesi için Merkezi Hükümetle konuşmak ve onları sisteme katmak. Onları sisteme katmak için de hepsiyle temas kurmak lazım. Bu tedirginliği üzerimizden atmamız lazım. Ortadoğu halklarının birleşmesi projesini gerçekleştiremezsek eğer, iş bizim sınırımıza dayanır."
BAHELİ SİSTEM ÖNERİYORSA OK TEHLİKELİLübnanlaştırma deyince, Davutoğlu'na İsmail Saymaz'ın yazdığı, Devlet Bahçeli'nin bir Kürt bir de Alevi cumhurbaşkanı yardımcısı projesini de sordum:
"Sayın Bahçeli bu öneriye bizzat açıklık getirmeli; çünkü bu milletvekilleriyle yaptığı toplantıdan dışarıya yansıyan bir bilgi. Eğer Sayın Bahçeli, bunu bu sürecin sağlığı için geçici olarak uygulanacak bir tavsiye olarak söylemişse 'Olabilir', 'Düşünülebilir', 'Tartışılabilir' diyorum. Ama bunu bir sistem olarak teklif ediyorsa çok tehlikeli. Asla doğru görmem. ünkü, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının eşitliği kavramını bozar. Ve tersinden okursanız da şu anlama gelir: Bir Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı olamaz. Lübnan'da bir Sünni siyasete başlarken cumhurbaşkanı olmayacağını bilir. Meclis başkanı olmayacağını bilir. Bir Şii siyasete başlarken Meclis başkanı olacağını bilir, başbakan ve cumhurbaşkanı olmayacağını bilir. Bir Hıristiyan da cumhurbaşkanı olacağını bilir. Irak'ta da Şii Arap (başbakan)-Sünni Arap (meclis başkanı)-Kürt (cumhurbaşkanı) arasında böyle bir kurumsal dağılım var. Sayın Bahçeli bunu bir sistem olarak teklif ediyorsa çok tehlikeli. ok tehlikeli...