Kadına şiddet ortaçağı bugüne taşıyor

Shakespeare'in dünyaya geldiği 16. yüzyılda bir yandan İngiliz Rönesansı'nın "insan"ı varlıkların en yücesi sayan "hümanizma" dönemi yaşanırken bir yandan da ortaçağdan kalma -çoğu dinsel- değerler toplumun gelişimini engelliyordu. "Birey olma" olgusunun öne çıktığı Rönesans dünyasında "kadın"ın "ahlak" duygusuna sahip olmadığı, aşırı duygusallığı nedeniyle düşünsel olma yetisine uzak düştüğü için bir erkek tarafından yönetilmesi ve denetlenmesi gerektiği inancı erkek egemen topluma kilise vaazlarında benimsetiliyordu.Yüzyılın ortasında tahta çıkan I. Elizabeth gibi güçlü bir kraliçeleri olmasına karşın, kadınların sınırları uyumlu bir eş, iyi bir anne ve hizmetlileri yönetebilen becerikli bir ev kadını olarak çiziliyordu. Babalarına, ağabeylerine, eşlerine karşı çıkan kadınları yola getirmek için "hafif" olmak koşuluyla, dayak cezasının kullanılması da erkeklere önerilen önlemler arasındaydı. "Kadın" cinsinin, en az erkekler kadar "insan" olduğunu düşünen Shakespeare, kırktan çok oyunu boyunca incelediği kadınları, kusurları ve erdemleriyle tanıtmış, çizdiği kadın portrelerinde düşünsel açıdan güçlü olanları, ahlak kurallarına göre davranabilenleri, vicdanlarının sesine kulak verenleri de sahneye getirmiştir.ORTAÇAĞ KARANLIĞINDAN CUMHURİYETİN AYDINLIĞINAGüngör Dilmen'in "Ben Anadolu" oyununu anarak üstünde yaşadığımız toprakları ilkçağda ana tanrıçaların sarıp sarmaladığını anımsayalım. Ortaçağda, kadına saygıda kusur edilmeyen bir dünyadan kadını erkek dünyasına bağımlı kılan dinsel otorite dönemine geçildi. Erkek egemen toplum, gelenek ve görenekleriyle bizim toplumumuzun da baskın özelliklerini belirledi.Türk kadınını, pek çok ülkenin kadınlarından önce erkeklerle eşit konuma getiren Mustafa Kemal Atatürk'tür. 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kadınlara eğitim yolu açılmış, 1925'te Şapka Devrimi ile kadınların artık çağdaş giysileri yeğlemeleri önerilmiş, 1926'da Medeni Kanun ile şeriatın kadınlar üstündeki kısıtlamaları kaldırılmış, 1934'te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiş, 1936'da İş Kanunu ile çalışan kadınların çalışma yaşamı düzenlenmiştir. Bütün bu yasal hareketler erkek egemen düzenin sarsılmasına yol açsa da özellikle küçük yerleşim birimlerinde gelenek ve göreneklerin etkisi günümüze dek sürmüştür. Bu da erkek egemen toplumda kadını ikinci sınıf insan sayarak ezme hevesini artırmaktadır.İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN ÇEKİLMEKDoğrudur, kadınlarımız, onları ortaçağ karanlığından çıkartan Cumhuriyet aydınlığından yeterince yararlanmamıştır. Yine de ülkemizde kadınlara sunulan çağdaş yaşamın 100. yılına ulaşılırken kadınların da düşlerini