Bir 'can' dostun ardından...

"Mehmet Can" derdim ona. Gerçekten can dosttu. Öyle tuhaf geliyor ki Mehmet Canbolat'ı geçmiş zaman kipiyle anlatmak... Yazdığı "Ben Tarsus" adlı oyundan bir replik düşüyor aklıma: "Hazin bir son. Amansızdır zaman. Beklemez."

'ŞEYTAN TÜYÜ'

Çok erken, çok vakitsiz yitirdiğimiz Mehmet Canbolat inanılmaz üretkenliğini hiperaktifliğiyle besleyen, durmadan proje üretip hepsinin peşinden koşan bir sanat, kültür, edebiyat tutkunu ve 50 yıllık gazeteciydi. Gencecik yaşında yerel basında çalışmaya başlamış, sonra dört yıl boyunca "Cumhuriyet"in Adana muhabiri olmuş, 1980'den sonra ise doktorasını yapmak üzere Almanya'ya gitmişti. Yıllarca çeşitli gazetelerin Frankfurt ve Almanya sorumluluğunu, TRT'nin Almanya temsilciliğini yapan Canbolat'ın gerçekleştirdiği en önemli iş, farklı kültürler arasında kurduğu köprü ve üstlendiği kültür elçiliği rolüydü. Frankfurt'a, hatta Almanya'ya Türkiye'den hangi aydın, sanatçı, yazar, çizer gitse Canbolat onun oradaki işini, etkinliğini kendi işi ve etkinliği bilir, her türlü yardımı, tanıtımı yapmaya uğraşırdı. Zaten Mehmet Canbolat ile beni tanıştıran da Turhan Selçuk'un sevgili eşi Ruhan Selçuk olmuştu. Canbolat Almanya'da Turhan Selçuk-İlhan Selçuk kardeşlerin çeşitli etkinliklerini organize etmiş, onları ağırlamış ve arada sağlam dostluk köprüleri kurulmuştu. Onun eksilmeyen dostlar kervanında, Eskişehir'in efsane belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen'in de özel bir yeri vardı. Hani bazı insanlar için, "Şeytan tüyü var" denir ya, Mehmet Canbolat bu deyimin adeta vücut bulmuş haliydi. Diyalog kurma yeteneği, hoş sohbeti, geniş ilgi alanları ve hiç eksilmeyen heyecanıyla tanıştığı herkesi etkiler, ardında mutlaka iz bırakırdı.

PAPA İLE BULUŞMA

Bu özellikleri sayesinde ilginç karşılaşmaların da insanı olmuştu. "Ben Tarsuslu Paulus" diye bir kitap yazmış, sonra da bu kitabı ve "Orada niye Paulus'un bir hemşehri yok" diye sitem eden mektubunu papaya göndererek Paulus'un 2000. doğum yılı için Vatikan'da düzenlenen törene katılmıştı. O dönemin Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz'ı da alıp Vatikan'a gidişleri, yanlarında Tarsus'taki "Paulus'un evi"nden götürdükleri toprak ve su, onları Paulus'un mezarına dökmeleri, hepsi başlı başına bir serüvendi. Başlarından geçenleri öyle bir anlatırdı ki gülmekten kırılırdık. Bence doğuştan oyuncuydu ve bir tiyatro tutkunuydu. Zamanında Devlet Konservatuvarı sınavlarına da girmiş, olmayınca gazeteciliğe yönelmişti. O sınavı öyle bir oynardı ki "Jüri bunu görseydi, biz Türk tiyatrosunu böyle bir yetenekten nasıl mahrum bıraktık diye hayıflanırdı" derdim.