Türkiye'de siyasetten sanata kadar her alanda at izinin it izine bu kadar karıştığı bir başka dönem hatırlamıyorum. Üstelik dünya genelinde, Tanıl Türkoğlu'nun 17 Ekim tarihli Herkese Bilim Teknoloji'deki yazısındaki ifadesiyle, "nesnel gerçekliğin eğilip bükülmesi"nin, yalanın egemen kılınmasının geçer akçe sayıldığı, "post-truth'un (gerçek-ötesi, doğru-ötesi) ruhları zehirlediği" bir süreçle üst üste biniyor bu kargaşa. Bütün bir değerler sisteminin yıkıldığı kaotik bir ara kesitten geçiyoruz. Siste el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan, bu arada sendeleyen, tökezleyen, kimi zaman boylu boyunca yere serilen gölgeler gibiyiz. "Ufukları saran o beyaz karanlık" içinde saldırgan tavırlarıyla ön almaya, sağındakini solundakini dirsekleyerek kendine yer açmaya, hiçbir başarıyı cezasız bırakmamaya çalışan insan yüzleri beliriyor; hırlayan, içler acısı sesleriyle "Ben buradayım, görmezden gelmeyin ha" diyorlar. Üstelik bunu kendi mahallelerinde yapıyorlar öncelikle. ünkü en yakın vitrin orası. Gerçek hayatta gerçek bir kavgaya hiç atılmamışlar, bedel ödememişler ama sözde kavgacılığı kendilerine yol açma aracı olarak kullanmakta ustalaşmışlar. Sosyal medyanın da yardımıyla ortaya çıkan manzara, Komet tablolarına benzeyen içler acısı memleket halleri...
BİR OYUN İSMİBöyle zamanlarda geçmişe dönüp bugünkünden çok daha ağır koşullar içinden düze çıkmayı bilmiş, hem memleketin ufkunu kaplayan sisi hem ileriye doğru koşmak isteyenleri engelleyen karanlığı yarıp geçmiş kurucu kuşağın mücadelesini, Kocatepe'den Afyon Ovası'na doğru bakarken sadece biraz sonra cereyan edecek o büyük muharebeyi değil, oradan geleceğe açılan yolu da gören çelik iradeli bir çift mavi gözü, o mucizeyi hatırlamak iyi geliyor insana. Gerçekten de "Nutuk"a, "1919 senesi mayısının 19. günü Samsun'a çıktım" sözleriyle başlayan Mustafa Kemal Atatürk'ün çöküşten dirilişe, karanlıktan aydınlanmaya giden uzun yol öyküsü Türkiye'nin kaderini değiştiren bir "mucize" değil miydi Yaklaşık on yıl önce, 2016'da, Müjdat Gezen Tiyatrosu'nda sahneye koyduğum, emekli orgeneral, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "Mucize" adlı oyununun ismi de bu olgunun tespitinden kaynaklanmıştı.
DÖRT TEMEL SÜTUNO dönemde İlker Paşa ile birlikte bir televizyon programında Hayati Asılyazıcı ve Gülgûn Feyman'ın konuğu olmuştuk. "Mucize"yi konuşurken İlker Başbuğ, Atatürk'ün günlüklerinden bir not okudu. Atatürk 1922'de, Büyük Taarruz'dan, yani Kocatepe'den Afyon Ovası'na bakacağı tarihi günden bir süre önce kaleme aldığı bu notta, Cumhuriyet'in dört temel sütun üzerinde yükselmesi gerektiğini yazmıştı: Mektep, iktisat, sanat, imar. Bu son derece gerçekçi ve ileri görüşlü tespit, aynı zamanda yıkılan ile kurulan, yani Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki kırılma noktalarını da gayet iyi özetliyordu. Diğer yandan, Akdeniz'e doğru bakan komutanın zihnindeki gelecek perspektifini de ortaya koyuyordu. Türkiye bu kurucu felsefe, bu irade sayesinde karanlığı yırttı, sisi dağıttı, on yıl sürmüş savaşlar ve yıkımın ardından tekrar ayağa kalktı. Cumhuriyet böyle kuruldu. O kuruluşun harcında sanat hiçbir zaman ihmal edilmedi, üstelik "mektep" ile bir arada değerlendirildi. Yaptıkları bir Ankara turnesinde, sergilenen oyunu izleyen Atatürk

7