Boşuna favori değildi

Bu toprakların geleneğidir, tarafımızı ekseriyetle ezen-ezilen saflaşmasına göre belirleriz. Futbolda Dünya Kupası heyecanında fazlasıyla öne çıkar bu yönümüz... Senegalli, Ganalı, Meksikalı, Uruguaylı oluruz... Finalde Brezilya'yı, Arjantin'i bu yüzden tutarız.İstanbul'daki dev final öncesi de gözlemim bu yöndeydi... Kupayı iki Türk'ten biri kaldıracaktı ama gönlümüz Ay-Yıldız'lı forma için ter dökenden yanaydı. İngiliz- İtalyan rekabetinde de elbette duygusal yönümüz "Kupa İtalya'ya gitsin" diyordu.Ancak bir de futbolun gerçeği var. Gönül öyle dese de futbolu futbol olduğu için sevenler, mücadeleyi 90 dakikaya yayan ve hep kazanmayı düşünen tarafı izlemek isteyenler için Manchester City gibi bir futbol makinesi vardı sahada. Leipzig'e 8, Bayern'e 4, geçen yılın şampiyonu Real Madrid'e 5 atarak gelmişlerdi finale ve mutlak favoriydiler. Atatürk Olimpiyat Stadı'nı dolduran on binlerin ve ekran başındaki milyonların en büyük beklentisi devler finaline yakışır bir mücadele olmasıydı City o beklentiye uygun başladı maça. İsteyen, pozisyon arayan, saha içi hücum atraksiyonlarını defalarca deneyen taraf City'di ve Inter de kendinden beklenen taktiğe uygun olarak oynamak değil bozmak için sahada gibiydi. Özellikle ilk 20 dakika bu taktiği hakkıyla oynayıp, M.City'nin alışılagelmiş maç başı baskısını alt etmeyi bildiler. City, sonrasında oyundaki hakimiyeti tamamen eline alırken, Inzaghi'nin öğrencileri defans arkasına atılacak ters toplara ve City'li oyuncuların çıkarken kaptırdıkları toplara umutlarını bağlamıştı. İlk yarı istatistiklere yansıyan