"Şanlı Direniş"in dokuzuncu yılında
Türkiye bundan dokuz yıl önce büyük bir vakaya şahit odu. Türkiye tarihinin en vahşi ve kanlı darbe teşebbüslerinden biri ortaya çıktı. Siyasi liderliğin duruşu, siyasete bağlı kamu kurumlarının çabaları ve halkın direnişi sayesinde bu darbe girişimi bastırıldı. Toplum âdeta darbe yapmak isteyenlere darbe yaptı ve inşallah darbeleri ve darbecileri tarihin karanlıklarına gömdü.
15 Temmuz darbe girişiminin bazı özelliklerini hatırlamakta fayda var.Darbe görünüşte sadece AK Parti'ye, hatta sadece Erdoğan'a yönelikti. Darbenin altyapısı Erdoğan karşıtlığı üzerinden hazırlanmıştı. Aslında ise darbe genel olarak tüm demokrasiye ve demokratik süreçlere yönelikti. Darbeyi tezgâhlayan FETÖ sadece AK Parti'ye ve Erdoğan'a değil bütün demokratik siyasete ve süreçlere düşmandı. Darbenin sırf Erdoğan'a yönelik olduğu iddiası darbeye destek tabanını genişletmek için kullanılmak istenen bir yoldu. Ancak fiiliyatta TBMM ve polis binaları da hedef alındı. Daha da kötüsü, önceki çoğu darbelerden farklı olarak sivil halk kitlelerinin hedef tahtasına konulmasıydı.Darbeciler kendilerine "Yurtta Sulh Konseyi" adını verdi. Böylece Kemalistlerin sıkça atıf yaptığı ve belli bir destekçi kitlesine sahip "yurtta barış cihanda barış" ilkesinin izinde hareket ettikleri izlenimini vermek istedi. Nitekim bu durum ve Erdoğan düşmanlığı gibi diğer bazı faktörler dar da olsalar bazı toplum kesimlerinde darbeye sempati eğilimlerinin belirmesine yol açtı. Ancak darbeciler Kemalist değildi, esas itibarıyla FETÖ'cüydü. Bir dinîgörünümlü kişilik ve yorum etrafında bir araya gelmiş bir gruptu.Kuşku yok ki FETÖ en büyük ilham kaynağı olarak Kemalist darbecileri ve darbeleri almıştı. Kemalistlerin egemenliğindeki bürokratik vesayet sistemini iyi okumuştu. Demokratik siyasetten nefretleri de bir ölçüde bu okumadan kaynaklanmaktaydı. Seçimlerin sonuçları ne olursa olsun belli ve kritik alanlarda fiilen iktidarın Kemalistlerin elinde kaldığını gözlemlemiş ve bunun nasıl yapıldığını anlamışlardı. Bu yüzden bürokratik kadrolara ve medyaya büyük yatırım yaptılar. Bürokrasi içinde, hemen hemen bütün hayati kurumlarda, olağan hiyerarşiye değil kendilerine bağlı bir emir-komuta zinciri içinde işleyen bir yapılanma oluşturdular. Bu yapılanmada "ölü gibi itaat" esastı ve asla emirlerin dışına çıkılamazdı. Seçimleri kim kazanırsa kazansın ve iktidara kim gelirse gelsin iktidarı kelimenin gerçek anlamında ellerinde kalacağı bir durumun peşindeydiler. Aslında bu duruma fiilen epeyce yaklaşmışlardı. Ancak, Erdoğan'ın karşı atakları ve bu yapılanmadan duyduğu rahatsızlık olağan işleyişlerini bozmuş ve onları bürokratik yapılanma ve siyaset içindeki operasyonlarına ilaveten sokak eylemleri ve darbe gibi yolları kullanmaya itmişti.