Cumhuriyet gazetesindeki 10 Kasım yazısında Örsan Öymen şöyle demiş(*):
"Ülkesi ve halkı için mücadele veren Atatürk, dünyaya kapalı yerel bir insan değildi. Nitekim 'altı ok' olarak bilinen ilkeler, 17. ve 18. yüzyılda Locke, Rousseau, Hume, Voltaire, Montesquieu, Diderot, Kant gibi filozofların düşünceleriyle, ayrıca 1776 Amerikan Devrimi'yle ve 1789 Fransız Devrimi'yle birlikte şekillenmişti. Atatürk de bunlardan etkilenerek Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bu devrimleri gerçekleştirmişti."Gazetede günün konusu hakkında kalem oynatan diğerleri de benzer tezler öne sürmüşler. M. Kemal'in akıl ve bilim yolunu takip ettiğini, bilime dayanan bir eğitim sistemi kurduğunu, topluma demokrasi, laiklik ve bilim yolunda yol ve yön gösterdiğini söylemişler. Hemen hepsi, açıkça veya örtülü olarak, insani hayatın tabiatına ve hakikatlere aykırı şekilde, toplum olarak her şeyimizi M. Kemal'e borçlu olduğumuzu dile getirmiş.Ne yazık ki söylenenlerin çoğu Kemalist ezberler. Bu ezberlere inananlar gerçeklerin dedikleri gibi olmadığını göremiyor. Alandaki vakalara ve olgulara bakınca bu iddiaların çoğunun ciddi biçimde temelsiz olduğu ortaya çıkıyor.En neşe verici -yahut en saçma- olanı Öymen'in yazdıkları. Bu yüzden ben bu yazıda daha ziyade Öymen'in argümanları üzerinde duracağım...Hadi bu topraklara ait bilgileri ve fikirleri tamamen dışlamasını bir yana bırakalım, ama yazar Batı felsefesindeki ana ve rakip akımlardan habersiz. Saydığı düşünürler arasındaki çelişkileri görmüyor veya bilmiyor. Locke ile Rousseau taban tabana zıt toplum teorileri savundular. Locke insanın doğuştan hayat, hürriyet ve mülkiyet doğal haklarına sahip olduğunu kabul eder. Devleti de sınırlandıracak bir tabii hukuku savunur. Locke'un tabiat hâlinde devlet yoktur ama insanlar hak sahibi özneler olarak yaşamaktadır. Rousseau ise tam tersi yönde ilerler. Tabiat hâlinde insanların tek başına yaşadığını düşünür. "Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir" der ama genel irade diye bir fikre de inanır. Buna göre genel iradeye ters düşen bireysel iradeler yanlıştır.Locke ve ile Montesquieu'nun özgürlük anlayışı farklıdır. Locke negatif özgürlüğe inanır. Özgürlük, kanunun yasaklamadığı şeyleri yapabilmektir. Montesquieu ise özgürlüğün kanunun izin verdiği şeyleri yapmak olduğunu söyler. Bu iki görüş taban tabana zıttır. Locke ve Montesquieu kuvvetler ayrılığını Rousseau ise kuvvetler birliğini savunur. Hume insan aklının toplumsal kurumların doğmasında ve yaşamasında ikincil bir rolü olduğuna işaret eder. Rasyonalizme, özellikle kurucu olanına karşı çıkar.Durum buysa M. Kemal nasıl olmuş da hem Locke'dan hem Hume'dan hem Rousseau'dan hem Montesquieu'dan etkilenmiş ve aynı anda hepsinin peşinden gitmiş olabilir Bu tam bir ham hayal!M. Kemal'in yaklaşımı ve icraatları Locke, Hume ve Montesquieu'dan çok Rousseau'nun felsefesine uygundu. M. Kemal kuvvetler ayrılığını değil kuvvetler birliğini savundu, aklı yüceltme adına kendi aklını -daha doğrusu tartışılmaz iktidar sahipliğini- topluma hâkim kılmaya çabaladı. Demokrasiye geçilmesiyle M. Kemal çizgisi arasında da uzaktan yakından bir ilişki yoktur. Demokrasiye M. Kemal çizgisi sayesinde değil M. Kemal çizgisine rağmen geçildi…
13