Yeni Türkiye(2)

Geçen haftaki yazıma "Türkiye eskidi mi ki yenisini konuşuyoruz" sorusuyla başlamış, 1920'lerde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin yepyeni çağdaşlık temellerini vurgulayarak günümüz yeni Türkiyecilerinin amaçlarının neler olabileceğine ilişkin görüşlerimi ve sorularımı sıralamıştım.

Sözünü ettiğim yazıda eksik olan belki, yeni Türkiyecilerle kendilerini ikinci cumhuriyetçi diye adlandıranların özdeşliğiydi. Böylece bu eksikliği de gidermiş oluyorum.

Aynı yazıda eskimenin kaçınılmaz bir doğal yasa olduğu, devletlerin de bu yasanın dışında kalamayacağı belirtilmişti.

Çağdaşlık değerlerinin temellerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerinin bazıları zaman içinde yenilenmeleri gereken duruma gelmiş olabilir.

Benim dikkat çekmek istediğim şey ise yeni Türkiyecilerin ve benzerlerinin hedeflerinin böyle bir yenileme çabası değil, çağdaş Türkiye'nin kuruluş ilkelerinin toptan reddidir.

Yeni Türkiyecilerin başıca hedefi devlet yönetiminde öncelikle de okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim sisteminin bütününde laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmasıdır.

Bu hedef eğitim sisteminde, araştıran, sorgulayan bilimsel akıl yerine araştırmayan, sorgulamayan, tartışmaya kapalı dinsel inancın yönlendirici olmasıdır. Böyle bir anlayışın eğitimi nereye yönlendirmek istediği bellidir.

Üst kimliğini dinsellik olarak tanımlayan bir siyasal yönetimin, yeni Türkiye, yeni bir anayasa gevelemelerinin arkasındaki artık gizlemeye de gerek duymadıkları amaç yeterince açıktır.

Başta eğitim sistemine ilişkin olmak üzere yeni Türkiyecilerin hedeflerinden biri de Latin alfabesinin bırakılarak Arap harflerine dönülmesi, Türkçenin yerini de Osmanlıcanın almasıdır.

İnsan gerçek anlamıyla yeni Türkiye'nin temellerini oluşturan yaşamsal ilkelere, bu demektir ki vatanına ancak bu kadar düşman olabilir!

Bu insanlar böyle olmak için nerede yetiştiler, hangi kaynaklardan beslendiler diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Akıl vericiler dışarıdan olsa da bunca Cumhuriyet, aydınlanma, laiklik düşmanının türemesinin asıl nedenleri bana kalırsa içimizde, kendimizde, Cumhuriyetin kendini koruyup, savunmadaki eksikliğindedir.

Daha doğrusu, belki ilk yıllar dışında, neredeyse bütün tarihi boyunca, soldan, emekten ve emekçiden, aydınlanmadan, çağdaşlıktan yana kişiler, kurumlar ve örgütler acımasızca ezilirken Cumhuriyet düşmanlarının gizli ya da açıktan açığa gelişip güçlenmesine göz yumulmasındadır.