Türkiye ortaçağı

Türkiye ortaçağını yaşamaktayız.

Ortaçağ bir ülkede herkesi bağlayan, bütün kişilerin ve kurumların uymak zorunda olduğu bir anayasaya sahip olmayış demektir.

Ülkemiz bugün böyle bir anayasadan yoksundur.

Ya da bir anayasa varsa da sadece kâğıt üzerindeki birtakım yazılardan ibarettir.

Türkiye'de bugün yasalar, elinde iktidarı tutmakta olan gücün izin verdiği ölçüde geçerlidir.

Bu güç istediğini yapmakta özgürdür.

Suçsuzu suçlu, suçluyu suçsuz gösterme özgürlüğüne ve yetkisine sahiptir. Bütünüyle sorumsuzdur.

Ortaçağ şu ya da bu şekilde iktidara gelmiş olan kişi ya da grubun sınırsız ve sorumsuz egemenliği demektir.

Bu egemenlik aynı zamanda söz konusu toplumda geçerli olan din olgusunu da dilediğince kullanmaktadır ve onu iktidarına ortak etmiştir.

Türkiye bugün ortaçağ dönemlerindeki siyasal ve dinsel egemenlik olgusunun tıpkısını yaşamaktadır.

Cezaevlerinde siyasal erkin hoşlanmadığı kimseler herhangi bir zaman sınırı olmaksızın ve herhangi bir yasaya bağlı olmaksızın yıllardır tutulabilmektedir ve tutulmaktadır.

Bu siyasal erk kendini ülke içinde herhangi bir yasaya ve genel olarak hukuka bağlı saymadığı gibi uluslararası evrensel ve çağdaş hukuk ilkeleriyle de herhangi bir saygı ya da bağımlılık ilişkisi içinde değildir.

Bir zamanlar kendilerini korumak için bu evrensel hukuk kuruluşlarına başvuran bu kişiler ve çevreler bugün söz konusu kuruluşları ellerinin tersiyle itmektedir.

Çok uzun süre sağ iktidarlarca yönetilen ülkemizde hukukdışılık hiçbir zaman böylesine pervasız, sınırsız olmamıştır.

Askeri darbe dönemlerinde bile -bunlardan birini sanık olarak yaşamış bir aydın olarak söylüyorum- hukuksuzluk hiçbir zaman böylesine ikiyüzlü değildi. Çünkü darbeciler kendilerini hukuka bağlı saymamışlardı ve öyle görünmek çabasında değillerdi. Günümüzde ise hukuksuzluk, hukuk karşıtlığı, hukuk adına yapılıyor görünümü ile bir insanlık suçuna, bir ahlak sorununa dönüşmüştür.

Tıpkı ortaçağdaki gibi din kurumunun, dinin iktidar ortaklığına gelince...

Bugün ülkemizde kimse kişiliğine her türlü saldırıyı ve hatta ölümü göze almaksızın bu kuruma yönelik herhangi bir ciddi eleştiride bulunamaz.

Soru sorma cesaretini gösteremez.

Din olgusu uygar dünyada yüzlerce yıl süren tartışmalar sonunda olması gereken yere gelmiş yani kişisel bir inanç ve vicdan konusuna dönüşmüşken ülkemizde bugün toplumun üzerinde bir tehdit kılıcı gibi sallanmaktadır.