Cinayetten farksız bir zulüm konusunda

Sayın Osman Kavala ile tanışmadık. Böyle bir fırsat ya da rastlantı olmadı. Fakat çok yıllar önceden, seçkin bir aydınımız olarak adını duymuşluğum vardı. Şimdilerde ise bu ad, ne yazık ki çok uzun süredir, canımızı acıtırcasına zihnimizde durmaktadır. Cinayetten farksız bir zulmün, insanlık dışı bir adaletsizliğin, kabul edilemez bir vicdansızlığın simgesi olarak. Oysa bir simgeden değil, bir insandan söz ediyoruz. Etiyle, canıyla, duygularıyla, umutlarıyla, hayalleriyle, bütün yaşamıyla, capcanlı, sapasağlam ve üstelik başarılı, iyi, seçkin, değerli, özel bir insandan. Ve çok belli ki kendisine yapılmakta olan kötülüğün, uygulanan sistemli işkencenin başlıca bir nedeni sahip olduğu bu özelliklerdir. Kötülük, eline geçirdiği iyilikten, intikam alıyor. Osman Kavala'ya yapılmakta olan, apaçık olarak bütün iyi insanlara, insanlığa karşı işenen bir cinayetten farksızdır. Olayı bir kez daha düşündüğünüzde bunun böyle olduğunu, başka bir açıklaması bulunmadığını apaçık görüyorsunuz.

Kişisel olarak tanışmamış olsak da dostum, arkadaşım olarak hissettiğim Sayın Kavala'dan avukatları yoluyla bir mektup aldım. Mektubuna, T24'te yayımlanan bir röportajı da eklemiş. Mektubu ve röportajı okuduğunuzda yapılmakta olan kötülüğe ilişkin her şeyi bilseniz de bir kez daha irkiliyor; ben bu konuda ne yapmalıyım, ne yapabilirim sorularıyla kendinizi sorguluyorsunuz. Canınız acıyor.

Mektubunda yazılarımla ilgili onurlandırıcı sözlerine bütün kalbimle teşekkür ederim.

Sayın Kavala mektubunda, bu köşedeki yazılarımda zaman zaman sözünü ettiğim engizisyon zulmünün "Nazi dönemindeki düşman hukuku"na nasıl kaynaklık ettiğini vurguluyor. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulan savcılık görüşü ile Yargıtay savcısı "tebliğname"sindeki yaklaşımın da aynı "düşman hukuku"ndan nasıl ilham aldığını açıklıkla dile getiriyor. Günümüzde de bu tür mahkemelerin işlevi ve görevi, tıpkı engizisyon mahkemeleri için olduğu gibi, hukukun gereklerinin yerine getirilmesi değil, seçilen kurbanları "şeytanla işbirliği içinde hazırlanan bir komplonun yürütücüleri olarak ilan edip cezalandırmak, sapkınlıklarla ilgili şüpheyi canlı tutmak, otoriteye karşı direnişi bastırmak"tır...

Sayın Kavala görüşlerini, günümüz engizisyoncularına yönelik binlerce kez hak ettikleri ağır sıfatlarla değil, sakince, uygarca; sanki söz konusu olan kendi canı, kendi özgürlüğü değilmişçesine serinkanlılıkla dile getiriyor.

T24'te yayımlanan söyleşide her şeyden önce "insan" Osman Kavala'yı görüyorsunuz. Yargıtay adlı kurum müebbet hapis cezasını onayladıktan sonra Kavala'nın tek kişilik hücrede tutulmaya başlanmasının yanı sıra, ondan da daha çok, değerli eşiyle görüşmelerinin haftada birden iki haftada bire düşürülmesine üzülen; penceresinin önüne bıraktığı ekmek kırıntılarıyla beslenen serçelerle dostluk sürdüren kantinden ısmarladığı rokalara tutunmuş olarak hücresine gelen, tahliye olacağı düşüncesiyle eve gönderdiği iki salyangozun bahçede "maalesef" kaybolmuş olmasının üzüntüsünü duyan bir Osman Kavala...