Yeteneğe olan borcunu misliyle ödedi

İstanbul'un akşam trafiğinde iki saatlik bir araba yolculuğuyla varıyorum TÜYAP'a. İstanbul Kitap Fuarı'nın Onur Gecesi var. Fuar açılalı birkaç gün olmuş, Tepebaşı'nda olduğu yıllarda açıldığı gün kapısında biterdik. TÜYAP'ın Büyükçekmece'ye taşınması ayağımızı kesti biraz, öyle ha deyince buluştuğumuz bir yer olmaktan çıktı Kitap Fuarı. Bu övünülecek bir şey değil ama o gün gördüğüm herkeste benzeri bir yakınma vardı. Keşke kitapların buluşmasının 'merkezde' olduğu günler geri gelse. Hatta buluşma yerine çok daha coşkulu bir sözcük; 'kitapların bayramlaşması', 42. İstanbul Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı Murathan Mungan'ın o gece kullandığı tabiriyle.

TÜYAP, bu yıl çok isabetli bir seçimle hem 50. yazarlık yılını hem de 70. yaşını kutlayan Murathan Mungan'ı Onur Yazarı olarak ilan etti. Plaketini alırken bir konuşma yaptı ve varoluşunun anlamını erken yaştan bilmek, bunun için çok çalışmak, doğru bildiğinden şaşmamak, omurgalı ve haysiyetli yaşamak ne demek, bir çırpıda özetleyip koydu önümüze.

1972 yılında ise 17 yaşında kararlı bir delikanlı olarak Ankara Beşevler, Fevzi Çakmak Caddesi, Neşe Apartmanı'nın ikinci katında, caddeye bakan yazı masasına oturmuş ve "Ben yazar olacağım" deyip deli gibi çalışmaya başlamıştı. Zaten kendisinde var olan hassalar, hünerler, marifetler cepteydi. "Saklayacak değilim, hepiniz biliyorsunuz, mütevazı olacak değilim bu konuda, hele bu yaşta; tabiatın herkese vermediği bir yeteneğe sahibim," dedi. Ben mütevazı olmamanın bu kadar yakıştığı kimseyi görmedim. Hepimizin bildiği bir gerçeği o kadar doğal ve kalpten söylüyor ki hiç kibirli gelmiyor insana. "Yeteneğe borcum olduğunu düşünüyorum" diye devam etti ki bence herkesin hangi yeteneklerle bu dünyaya geldiğini ve onlarla ne yaptığını düşünmesi gerekiyor tam bu noktada.

Alkışlar kadar tokatlara da azmini biledikleri için teşekkürü vardı ama bugün güzel şeylerden söz edecekti. Yeteneğini güçlendiren çalışkanlığının yanı sıra yetişmesinde payı olan ortamdan, eğitim aldığı iyi hocalardan, Ankara'nın akasya ve ıhlamur kokan ve en iyi Bilge Karasu'nun anlattığı caddelerinden, ilk yazısı Ankara merkezli Yeni Ortam gazetesinde yayımlanmış olarak gururla Tandoğan Meydanı'na yürürken faşistlerin sırtında kırdığı sopalardan, bu ülkede yazmanın bir bedeli olduğunu anladığı bu olayın onda yarattığı "kalemin namusuna daha da sarılma" duygusundan, ilk gençliğinden itibaren ona sayfalarını açan dergilerden, gazetelerden, hiçbir zaman elini bırakmayan okurlarından söz ederek bugüne getirdi bizi. Güzel bir masal gibiydi anlattıkları, zorlukları azımsanacak gibi olmayan: "78 kuşağı, Türkiye tarihinin belki en çalkantılı kuşaklarından biri. 12 Mart ve 12 Eylül arasında sıkışmış bir gençlik. Yazmanın, çizmenin, söz söylemenin zor koşullar altında varlık gösterdiği, kitabın bir korku nesnesi olduğu bir dönemde kitabı kıymet bildim. Kitabı kıymet bilen ve kitap üzerindeki korkunun hafiflemesini sağlayan şeylerden birinin de kitap fuarları olduğunu biliyorum. Bütün kitap fuarlarına teşekkür ediyorum, bizi kitapların bayramlaşmasından mahrum etmedikleri için."