61.Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali cumartesi akşamı ödül töreniyle sona ererken biz de memleketin sinemasına ve ruh hâline dair epey fikir veren bir haftayı tamamlamış olduk. Söylenebilecek ilk şey: Durum hiç iç açıcı değil. Ne ruh hâli bakımından ne sinema bakımından.
Antalya'da da Adana'da olduğu gibi olay en çok ulusal uzun metraj yarışması etrafında dönüyor. Tabii kısa filmler ve belgeseller de var. Hatta ortak fikir, kısa filmlerin gittikçe yükseldiği, bu sene uzun zamandır görülen en iyi kısa film seçkisiyle karşılaştığımız yönünde.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıMaalesef aynı şeyi uzun metraj yarışması için söylemek mümkün değil. Hatta tam tersini konuştuk durduk bir hafta boyunca. Tamamı Türkiye'de ilk kez seyirci karşısına çıkan 12 film izledik. Bazılarının son çıkışı olma ihtimali yüksek, ön jüriden nasıl geçtiklerini anlamak zor. Hani olmuyorsa eğer ille 12'ye tamamlamamak, misal sekizde bırakmak (epey iyimser bir sayıyla), seyirciyi sinemaya küstürmemek de bir seçenek olarak değerlendirilmeli.
Ruh hâline gelince; genel olarak içe dönük, bireysel ve karamsar öykülerle karşılaştığımızı söyleyebilirim. Ölüm duygusu, yalnızlık duygusu çok baskın, intihar benim izlediklerimin üçünde bir şekliyle ("Hatırladığım Ağaçlar", "Sevgili Katilim Berlin", "Seni Bıraktığım Yerdeyim") mevcuttu. Sorunlu ikili ilişkilerle, aile bireyleri arasındaki kopukluklarla çokça ilgilendiğimiz bir yıl oldu diyebiliriz. Neyle ilgilendiği belli olmayanlara girmiyorum hiç.
Festivalin ikinci gününden "Mukadderat" (Nadim Güç) ve "Ayşe" (en iyi yönetmen ödülünü alan Necmi Sancak) öne çıkıyordu. Bunlara sona doğru gösterilecek Ümit Ünal filmi "Evcilik"in ve Belkıs Bayrak'ın Toronto ve San Sebastian'dan ayağının tozuyla gelen filmi "Gülizar"ın eklenmesi bekleniyordu. Nitekim ödüller de bu dört film arasında dağıtıldı. Bunlara bir de sürpriz şekilde Ayçıl Yeltan imzalı "Fidan" eklendi.
Gülizar, Ayşe, Fidan ve Sultan
Fark edeceğiniz gibi üç filmin adı birer kadın adı: Gülizar, Ayşe, Fidan Biri kendi hayatını kurmak için evlilikten medet umarken uğradığı tacizle hayatı alt üst olan bir kadın, diğeri down sendromlu kardeşinin sorumluluğu ile kendine dair hayalleri arasında sıkışan bir kadın, sonuncusu da okumak isteyen parlak bir ortaokul öğrencisi. Bu seçkiye dair söylenecek olumlu bir şey varsa, o da kadın hikâyelerinden yana verimli bir senede olduğumuz. Bunlara bir de Nur Sürer'in oynadığı şahane kadın karakteriyle en iyi film ödülünü kucaklayan "Mukadderat" ekleniyor ki seçkinin de senenin de en umut veren, gülümseten filmi diyebilirim. Yetmişine merdiven dayamışken kocasını kaybeden Sultan, çocuklarını karşısına alıp evlenmek istediğini söylüyor. "Yalnız uyumak istemiyorum" gibi bir erkekte çok makul görülecek bir isteği var. Ama işte o bir kadın, orası da bir kasaba. Herkes kıyamet günü gelmiş gibi davranırken Sultan kendisine bir yaşam gayesi aramaya başlıyor ve bütün "elalem ne der"lere inat bir kadın olarak yapamayacağı söylenen her şeyi bir bir yapmaya başlıyor.