İlk bölümünü bugün gibi hatırlarım (muhtemelen 10 kere izlemiş olmamın da bunda payı var); genç bir İngiliz kadın gazeteci Londra'dan New York'a taşınıyor. Bir galeri açılışında yakışıklı bir bankacıyla tanışıyor. 'İlk görüşte aşk!' ve tam iki hafta sürecek bir rüya... Her anları beraber geçiyor, gelecek planları, büyük büyük sözler ve sonunda beraber ev bakmaya kadar geliyor iş. Çocuğunuz var mı 'Henüz yok'.
Sene 1998'di, daha ortada 'love bombing' ya da 'ghosting' yoktu, 'Bu hafta annemlerle yemek yer miyiz' sorusunun ardından sonsuz bir sessizlik gelmesinin şaşılacak bir şey olmadığını "Sex And The City" koymuştu önümüze bütün acımasızlığı ve komikliğiyle. En azından artık aşk perisinin mesaiyi bıraktığı New York'ta. İlişkiler konusunda köşe yazmakta olan Manhattan kızı Carrie (Sarah Jessica Parker) ilk bölümde bu konuyu araştırıyordu.
Farklı mesleklerden New Yorklu dört kadının hayatlarını, ilişkilerini, yükselişlerini, hayal kırıklıklarını izledik altı sezon boyunca. Nasıl bir fenomen olduğunu anlatmama gerek yok. Dizinin yanında oldukça tatsız kalan sinema filmlerini bile izledik Carrie, Miranda (Cynthia Nixon), Charlotte (Kristin Davis) ve Samantha (Kim Catrall) aşkına. Heyecanı, ışıltısı, neşesi, hüznü bir yana, en çok bütün zorlukları kolay kılan kadın arkadaşlığı idi "Sex And The City"yi bu kadar sevdiren.
Neyse neticede uzun bir aradan sonra karakterlerimiz bir eksikle (dizinin en renkli karakteri Samantha'yı oynayan Kim Catrall bu dönüşe hevesli değildi) ve "And Just Like That" adıyla geri geldiler. Charlotte evli, mutlu, çocuklu, Miranda boşanmış, çocuklu ve kadınlarla beraber olmak istediğini kendine itiraf etmiş, Carrie zengin ve dul. Samantha gibi özgür bir kadının boşluğunu doldurmak için yarattıkları Seema (Sarita Choudhury) karakterine 60 yaşında gelinlik hayali kurdurmalarına ise gerçekten inanamıyorum.
Tabii o sıkı ve eğlenceli kadın arkadaşlığın geldiği noktaya da inanamıyorum. Miranda evinde sorun varken bir süre Carrie'nin evinde kaldı, merhum kocası Mr. Big'den bir servet kaldığı için koskocaman bir ev bu. Ve Carrie sinir küpüne döndü, Charlotte onun dolaptaki son yoğurdunu yedi diye. Bizim ikonik karakterlerimizi bencil ve huysuz yaşlılara dönüştürmelerini affedemiyorum.
Neyse, pek çok sorununa, bakış açılarının demodeliğine rağmen "And Just Like That" de "SAYC"nin hatırasına hürmeten üç sezon devam etti ve bu hafta 'kesin final' yaptı. Hiçbir gerçek izleyicisini mutlu etmeyecek bir final. Hani bizim ana akım dizilere aniden final kararı alıyorlar ve bütün hikâyeler alelacele bir 'mutlu sona' bağlanıyor ya, o hesap.