Millî Eğitim'in yeni müfredatının Türkçesi yeterli mi

Millî Eğitim Bakanlığı "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" dedikleri yeni müfredatı tartışmaya açtı. Herkes fikrini söylüyor. Bilmiyorum, müfredatı, kimkimler, neyi esas alarak değiştirmek istediler

Acaba, bu müfredat değiştirilirken, tarikatcemaatten kimseler var mıydı

Malum, Millî Eğitim Bakanlığı kendi bünyesindeki mütehassısları değil, sivil toplum kuruluşları dedikleri tarikatcemaat uzantısı vakıflarla, derneklerle iş birliği içinde... Onların tavsiyelerini "Allah'ın emri" kabul ediyor. Aynen öyle; Allah'ın emri... Çünkü, tarikatcemaat uzantısı vakıflar, kendilerinin belirledikleri inanç sınırları içinde, kulluk hizmeti görüyorlar!

Eğitimin Türkçesi üzerine duracağım asıl...

Ziya Gökalp'ın (1876-1924), Türkçülüğün Esasları'nda "Tarihî Maddecilik ve İçtimaî Mefkûrecilik" başlığı altında çarpıcı bir tespiti vardır:

"Meselâ Meşrutiyet'ten evvel de memleketimizde ameleler vardı. Fakat bu amelelerin müşterek vicdanında 'Biz amele sınıfını teşkil ediyoruz' fikri yoktu. Bu fikir bulunmadığı için, o zaman memleketimizde bir amele sınıfı da yoktu. Yine Meşrutiyet'ten evvel memleketimizde birçok Türkler vardı. Fakat bunların ma'şerî vicdanında 'Biz Türk milletiyiz' mefhumu bulunmadığı için, o zaman Türk milleti de yoktu. Çünkü bu zümre, fertlerinin müşterek vicdanında şuurlu bir surette idrak olunmadıkça, içtimaî bir zümre mahiyetini hâiz olamaz. Bunun gibi aslen Türkçeye mensup bulunan bir kelime, Türk halkının lisanî vicdanında artık yaşamıyorsa, Türkçe bir kelime olmak meziyetini de, içtimaî bir hâdise olmak kıymetini de kaybetmiş demektir. Bunun gibi, esasen Türk töresine dâhil bulunan bir âdet de, Türk halkının ahlâkî vicdanında artık bilinmiyor ve duyulmuyorsa, o da gerek içtimaî bir hâdise olmak, gerek Türk ahlâkında bir unsur bulunmak mahiyetlerini kaybetmiş demektir.

Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, içtimaî hâdiseler, mutlaka mensup bulundukları zümrenin ma'şerî vicdanında şuurlu idrakler hâlinde bulunmalıdırlar. İşte, ma'şerî vicdandaki bu şuurlu idraklere 'ma'şerî tere'iler' nâmı verilir." (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (Haz. Nargiza Sattarova), Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2. bs., 2024)

(Ara not: Ziya Gökalp, "Tarihî Maddecilik ve İçtimaî Mefkûrecilik" başlılığı altında özellikle Karl Marx üzerine gider, Emile Durkheim'den de destek alır. Solkomünistlerimiz, at gözlüklerini çıkarsalar da Gökalpları da okusalar... Eminim kendi fikirlerine de çok şey katacaklardır.)

(Bir ara not daha: Gökalp aynı başlık altında şu cümleyi kurar: "Medrese kuvvetli olsaydı Dârülfünûn teessüs edemeyecekti."

Millî Eğitim'imiz "sivil toplum kuruluşu" kabul ettikleri tarikatcemaat bağlantılı yapıların "medrese" esaslı olduklarını bile bile protokol imzalıyorsa, asıl medreseleri esas alıyorlar, demektir. "Dârulfünûn" üniversite demektir. Gökalp da keşke medreselerimiz yeniliklere açık olsalardı, çağa uysalardı, demeye getiriyor. Millî Eğitim'i "medreseleştirmek" isteyenler bir daha bir daha düşünsünler)

Yeni müfredatta, eğitim meselelerine kafa yoranlar, gerekeni söylüyorlar ama eğitim dilinin nasıl olması gerektiği üzerine fikir üreten yok. Dil yetmezse, ilim kadük kalır. Ders kitaplarına bakıyorum, yüksek lisans, doktora tezlerine bakıyorum,