Osmanlı'nın 'şeriat'ı Türkiye'nin 'nass'ı! (2)

Osmanlı döneminde halkın dinî cehaletinin en çarpıcı örneğini Şevket Süreyya Aydemir, hatıra kitabı "Suyu Arayan Adam"da verir. Düşünün... "Peygamberin kim" sorusuna cevap alamıyor. Bu başlıkta çıkan yazıma girebilirsiniz. (Yeniçağ, 17 Ağustos 2012)

Avni Doğan, "Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası"nda, Ş. S. Aydemir'de olduğu gibi, halkın dinî cehaletine temas eder:

"Halk arasında 'din adamı' olarak hizmet gören, mahalle ve köy imamlarının din ve dünya işleri üzerinde rehberlik yapmak ve 'fetva' vermek mevkiinde bulunan bocaların bilgileri acınacak durumda idi. Giyinişleri ve tutumları halktan ayrı olan ve vatandaşın alışverişinden evlenme ve boşanmalarına kadar medenî işlerine karışan bu hocaların, sosyal yapımızın her alanındaki tesirleri çok büyük olmuştur.

Medreselerde 'Molla' adı verilen öğrenciler, yıllar boyunca Arap dilinin sarf ve nahvini okurlar, fakat, ezberlenen cümleler dışında, Arap dilini bilmez ve anlamazlardı. İslâm doktrinlerini kavrayacak ve onu mollalarına öğretecek müderrisler yok gibi idi. Köy imamlarına gelince, bunlar tamamen kara cahil idiler. Köyün makbul bir akıl hocası olan bu imamlar, batıl inançlar ve hurafelerin halk arasında yayılmasından başka bir işe yaramıyorlardı."

Avni Doğan, kitabında dinî cehaletin sınırsızlığına iki çarpıcı örnek verir. İlki hile-i şer'iyeye dair:

"Cumhuriyetin ilânından birkaç yıl önceye kadar, birisi bir devlet müessesesinde, ötekisi bir cenaze töreninde gözlerimle gördüğüm iki olayı anlatırsam, o günkü ortamın inanç ve yaşayışını daha iyi belirtmiş olurum:

"1913'te Mülkiyeyi 'Siyasal Bilgiler Okulu' bitirmiş ve Sadâret-i mühimme kaleminde bir vazifeye atanmıştım. Bu sırada bir miktar paraya ihtiyacım oldu. O zaman, Evkaf Nezareti'nin bir İkraz Sandığı vardı. Memurlara, maaşlarından kesilmek şartıyla belirli bir faizle borç para verirdi. Gerekli evrakı tamamlayarak bu 'İkraz Sandığı'na başvurdum. Borç olarak istediğim beş liranın bana ödenmesi sırasında yapılan merasim çok gülünçtü: Müessesenin sakallı bir memuru ile birlikte veznedarın yanına gittik. Bu zat elinde tuttuğu saatini bana uzatarak: 'Bu saati sana hibe ettim. Sen bunu veznedara sat' dedi. Söylediğini yaptım. Veznedar elimden saati alırken 'Bu saati sizden dört yüz seksen kuruşa alıyorum' diyerek parayı bana uzattı. Borç senedim, beş yüz kuruş olarak imzalanmıştı. Müessese bu 'Hile-i şer'iye' sayesinde, günâh işlemeden faiz almış ve sermayesini işletmiş oluyordu. Sağ ve sol omuzlarımızda oturup işlediğimiz günâh ve sevapları yazan melekleri kafese koymuş, Tanrı'yı atlatmış oluyorduk!"

Avni Doğan'ın ikinci örneği hurafeye dair:

"Bir komşumuz ölmüştü. Aileye başsağlığı