Narin acısı bize çok şey hatırlattı

Diyarbakır'ın şehre yakın bir köyünde hayatı yeni tanımaya başlayan, 8 yaşında sevimli mi sevimli Narin'in katli bütün Türkiye'yi yasa boğdu. Katledenlere duyulan öfke dağları, denizleri aştı, Türkiye'nin bir ucundan bir ucuna yürekleri yaktı.

Yürekler Narin'e yanarken akıl almaz bir vahşet haberi de Tekirdağ-Malkara'dan geldi. 2 yaşındaki kız çocuğu dövülüyor, en iğrenç muameleye tâbi tutuluyor.

İnsanlar nasıl canavarlaşıyorlar, nasıl ilkelleşiyorlar, nasıl kendileri olmaktan çıkıyorlar!

Sosyologlar, psikologlar -kesinlikle iktidarın görüşlerinden bağımsız- iki olaydaki canavarlaşma üzerinde durmalı.

Diyarbakır'ın köyünde Narin'in, en yakınlarının vahşetine maruz kalarak hayatını yitirmesi, günlerdir basın yayın organlarının birinci haberi... Haberlerde köyün ucu bucağı gösteriliyor.

Köyde ağaçlıklı, ekili topraklar, bozkırlar, işlenmemiş alanlar hiç dikkatinizi çekti mi Bu topraklar işlense, ağaçlandırılsa nasıl bir görüntü ortaya çıkar

Önce geçmişe uzanacağım. Güneydoğu ve çocuklar için ne yazmışız ona bakacağız. Sonra asıl söylemek istediğime geleceğiz.

Bir tarihte Van-Bahçesaray'a kadar gitmiş, ayrıntılı röportaj yapmıştım. Bahçesaray'da bir "satranç şenliği" düzenlenmişti. Davetliydim. Uzun bir röportaj... O röportajdan "Güzel çocuklar" başlığı altındaki satırları alacağım:

"Bahçesaray'da çocuk çoktu ve hepsi güzeldi... Satranç şenliğinde çocuklar bir oradan bir oraya koşturdular durdular. Belediye Başkanı Naci Orhan'ın ağabeyine Faruk Orhan sordum: Niçin çok çocuk Şu cevabı verdi: Yollar kapalı... Sekiz ay buradasın... Türkiye'nin en güzel balı bizde... En güzel cevizi de... Bizde çocuk çok olmasın da kimde olsun!"

Yazı dizimden bir ara başlık daha vereceğim: "Bask mı güzel, Güneydoğu mu"

İspanya ile Fransa arasında bölüşülmüş Bask bölgesi geçmişte okuduğum kitaplar ve yazılarda "çok güzel" diye tavsif edilirdi. Birincisi bu güzelliğinden; ikincisi "siyasî çözüm" için Güneydoğumuza mümasil gösterilişinden dolayı merak ederdim. İspanya-Bask bölgesine gittim ve ayrıntılı yazdım Aman Allah'ım! Bu kadar efsunlu bir güzellik düşünemezdim... Deniz, dağ, kanallar ve yeşil, yeşil, yeşil...

Fakat bir eksiği vardı

Ne idi bu eksik

Hissediyorum; adını koyamıyorum...

Sonunda buldum... Her şey çok güzeldi; ancak, bâkir değildi! İnsan elinin değmediği yer kalmamıştı. Dağa, taşa, ormana, denize insanoğlu bir düzen vermişti. Yollar düzgün, ağaçlar düzgün, evler düzgün, otlar düzgün, çalılar düzgün, atlar düzgündü!.. Güneş bile şavkını vururken simetrik şekil alıyordu.

İşte bu nizam, güzelliği sün'îleştiriyordu.

Beni rahatsız eden bikrin izalesiydi açıkçası!

Bahçesaray bâkirdi... Öylesine bâkirdi ki, insanoğlu, ağacı bile tabiata havale etmişti. Kargalar ceviz dikiyor, rüzgâr kavak tohumları saçıyordu. Müküs vadisinden Arvas vadisine doğru akıp giderken dağ yamaçlarına bir bakıyorsunuz, bir top kavak ağacının dik bayırda tutunmak için gövdesinin dayanabildiği kadar toprağa abanıyor. O kadar özenli sıralanmış ki... Şaşırıyorsunuz. Mutlaka bunları insanlar dikmiştir diyorsunuz. Fakat insanların bu bayırlara nasıl tırmanıp da ağaç diktiğini bir türlü bulamıyorsunuz. Yörenin insanı zihninizde biriken sorularınızın cevabını bir cümleyle veriyor:

- He vallah kendiliğinden çıkmıştır!

Dağ bayır ceviz ağacı... Gövdesini kavrayabilmeniz için üç-beş insanın halka olması lâzım...

Yine soruyorsunuz... Ne zaman dikilmiş bu ağaçlar

- He vallah bilmiyoruz... Dedemin zamanında da varmış. Dedem anlatırdı... Dedemin dedesinin zamanında da varmış... Dedesi, dedesinin dedesini dinleyebilmiş olsaydı, o da dedesinden bu ağacın varlığını haberdar edecekti!

Bu kadar ağaç kendiliğinden mi yetişti

- He vallah kendiliğinden yetişmiştir!"