27 Mayıs Darbesi ve Ali Fuad Başgil
27 Mayıs 1960 Darbesi'nin 64. yılındayız. Herkes darbeyi fikrine göre değerlendiriyor. Objektif bakılmıyor. Direne diren çok partili hayata geçildikten sonra, yine direne direne çok partili hayat korunacaktı. Ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 Darbesi'yle "demokratik parlamenter sistem" sekteye uğratılacak ve sonra 1960 Darbesi'nde kendilerince hak ettikleri yeri bulamayanlar, 1962 ve 1963'te darbeye teşebbüs edecekler, sonra bu darbecilerden Talat Aydemir ve Fethi Gürcan, kendileri darağacında bulacaklardı.
1960 Darbesi de bir başbakan ve iki bakanı dar darağacına götürdü. Bildiğiniz gibi Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan İmralı'da asıldılar. Onlar Türkiye'ye kastetmemişlerdi. Onlar "kin"in kurbanıydı.
İmralı'da 1999'da bir dava görülecek, idam cezası verilecek ama 40 bin ölümden, Türkiye'nin bölünmek istenmesinden mesul gösterilen mücrime ölüm cezası verildiği hâlde idam edilmeyecekti.
Abdullah Öcalan'dan bahsediyorum. İmralı'da A. Öcalan'ın davasını takip ederken, aklımda hep asılan başbakan ve iki bakan vardı. Adanın neresinde darağacına çekilmişlerdi Çok sıkı kontrol olduğu için, bizim gazeteci olarak adada serbest hareket imkânımız yoktu. Hareket alanımız mahkeme salonu ve ara verildiğinde kulisti.
27 Mayıs Darbesi'nin 64. yılında Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil (1893-1967) de tartışmanın odağında. Darbecilere destek verdiği iddia ediliyor. Sonra darbecilerin temayüllerine aykırı Cumhurbaşkanlığına aday oluyor. Tehdit edilerek cumhurbaşkanlığı kararından vazgeçirtiliyor.
Başgil'in hanımıyla konuşmuştum.
Ankara'da Demokrat Partililerin bir kulübü var. TBMM'ye yakın Tunus Caddesi'nde Köprülü Apartmanı'nda. Var diyorum ama hâlâ var mı, bilmiyorum.
Ankara'ya geçtiğimde o kulübe uğrar, eski Demokrat Parti milletvekilleriyle görüşürdüm. Birçoğuyla röportaj yaptım. Konuştuklarımdan biri de Prof. Rıfkı Salim Burçak'tı. (Bu röportajı 26-27-28 Mayıs 2023 günlerinde, bu köşede, "27 Mayıs'tan 28 Mayıs'a... Büyük değişim" başlığı altında verdim. Merhum Rıfkı Salim Burçak'ın çok dikkat çekici cevapları var.)
Prof. Dr. Ali Fuad Başgil'in hanımının neler anlattığını vereceğim. Kesinlikle isminin yazılması istememiş, ben de "Başgil'e çok yakın hanım" demiştim. Adı Fatma Nüvide. Şimdi hayatta değil.
Başgil çok geç evlenmişti. Hanımı kendisine göre çık gençti. İstanbul'un Anadolu yakasında Feneryolu'nda iki katlı, bahçe içinde köşk görünümlü bir evde ikamet ediyordu. Evin bulunduğu sokağa "Ali Fuad Başgil" adı verilmişti. Evde, 17 Nisan 1967'de vefat eden Ali Fuat Başgil'in hanımının hayatta olduğunu tesadüfen öğrenmiştim. Kendilerinden randevu talep edip foto muhabiri arkadaşım Levent Akın'la (merhum) ziyaretine gittim. Osmanlı hanımefendisi bu hanım, tamamen münzevî bir hayat sürdüğünü ve esasen kimseyi de kabul etmediğini, isminden katiyen bahsedilmemesini istedi. Bununla beraber köşkü gezdirdi, hocanın kütüphanesinde resim çektirme, hocanın resimlerini verme nezaketini de gösterdi. Kendileriyle uzun uzun sohbet ettik. Başgil Hoca'nın yaşadığı ev ve kitapları Kubbealtı Cemiyeti'ne bağışlanmış.
Apartmanların ve ağaçların arasında kaybolmuş bu ev bir tarihin de yaşandığı yerdir. Zaman zaman evde gençler toplanırlar, ki sayı 50'yu bulurmuş, geç vakitlere kadar konuşurlar, ilmî ve fikrî meseleler tartışırlarmış.
Başgil'in hanımı: "Gençlerin hepsi konuşur, fikrini söyler, sonra Hoca meseleyi ele alır, tahlil eder, konuşmayı neticelendirirdi." dedi.
27 Mayıs Darbesi'nden sonra gençler Başgil'e telefon etmişler, "Hocam, müsait misiniz, gelebilir miyiz" diye sormuşlar. Evde hazırlık yapılmış, gençler beklenmeye başlanmış. Her toplantıya 40-50 kişi gelirken, bu defa kimse yok. Meğer tertibat alan askerler, hocanın evine gitmek isteyen gençleri toplayıp Balmumcu Kışlası'na götürmüşler. İhtilâlden sonra ev göz altında tutuluyormuş. Hocayla temas edenler tek tek tespit ediliyormuş.
İhtilalcilerin icraatını tenkit etmek kimsenin haddi değildi. Bir hukuk adamı olan Başgil ise, anayasaya aykırı bulduğu hususları yazmaktan çekinmiyordu. Beşiktaş Sarayı maiyet köşkünde ihtilâlcilerin görevlendirdiği kişiler tarafından sorguya çekilmişti. Bunun anayasaya aykırı olduğunu Yeni Sabah'ta yazınca, yine İstanbul sıkıyönetim komutanlığına çağrıldı.
Kendisini sorgulayan General Cemal Tural (sonra Genelkurmay Başkanı olacaktır), hocaya "Sizi susturmayı pek alâ biliriz." demişti. Hoca cevaben: "Hepimiz aynı geminin mensuplarıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Gemi selâmet sahiline ulaşırsa, birlikte kurtulacağız. Fakat bütün mesele, selâmet sahilini bulabilmekte ve hayırlı iskeleye yanaşmaktadır. İşte ben bu iskeleyi arıyorum." deyince, Cemal Tural: "Fakat bu gemi Beşiktaş veya köprü iskelesine değil, bizim istediğimiz, meselâ, Üsküdar iskelesine yanaşacaktır. Biz böyle istiyoruz." cevabını verir. (Ali Fuat Başgil'in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, 1990, s. 17-18)
Hoca bu cevap karşısında yıkılır. Dışarıya çıkınca bir sandalyeye çöker ve düşünür. Hatıralarından okuyalım:
"Ya Rabbi! Biz niçin birbirimize bu kadar hor bakıyor, vatandaş sevgisiyle muamele edemiyoruz Niçin karşımızdakinin de hürmete lâyık insan olduğunu kabul etmiyoruz Kendimizden başkasına niçin yabancı bir devlet casusu gözü ve şüphesi ile bakıyoruz Niçin hakikatleri görüp duymaktan korkuyor ve hakikatten yılıyoruz" (s. 18)
11 Ocak 1961'de 4. defa Sıkıyönetim Komutanlığına çağrılır. Ancak 2 ay 18 gün sonara evine dönebilecektir.
Yeni Sabah'ta Kurucu Meclis hakkında yazdığı yazıyı bir dergi iktibas etmiş, fakat yazının hangi gazeteden alındığını yazılmamıştı. Kısa süre önce, MBK, bir kanun çıkarmış ve Kurucu Meclis aleyhine yazı yazılmasını yasaklamıştı.