Neler oluyor
Türkiye bir haftadır beklenmedik çalkantıların içine girmiş, bir taraftan siyasi alanda olması imkânsız denen açıklamalarla, diğer taraftan da gözbebeğimiz TUSAŞ'a yapılan hain bir terör saldırısıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu iki olayın birbiriyle ilişkili olduğu, bu nedenle analizin, güvenlik zafiyeti, terörle mücadele ve bununla bağlantılı siyasi gelişmelerle birlikte yapılmasının daha uygun olacağı düşünülmüştür.
Yeni bir açılım süreci
Terörün yurt içinde alınan tedbirlerle fazla gündemde olmadığı, muhtemel terör teşebbüslerinin de önceden istihbar edilerek gerçekleşmesine fırsat verilmediği, sınır ötesinde özellikle Irak kuzeyindeki Pençe-Kilit operasyonlarıyla bölgenin kontrol altına alındığı, sınır boyunca tespit edilen tüm teröre teşebbüs faaliyetlerinin de etkisiz hâle getirildiği ve bu faaliyetlere devam edildiği yapılan resmî açıklamalardan anlaşılmıştır.
Terörle mücadeleye kararlılıkla devam edildiği ve sonuna kadar da devam edileceği her ortamda dile getirilirken, terörün sona erdireceğiz diye beklenmedik bir şekilde, terörün TBMM'deki siyasi uzantısı olarak ilan ettikleri siyasi partiye ve 40.000 kişinin şehit olmasından veya ölmesinden sorumlu, Türk adaleti tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılan ve bu cezasını çekmekte olan bebek katili terörist başına çağrıda bulunulması hayretle, şaşkınlıkla ve Türk Milletinin büyük bir çoğunluğu tarafından da esefle karşılanmıştır.
Bu gelişmelerin ana sebebinin; neredeyse bir yıl öncesinden başlayan, ancak son birkaç ay içinde "yeni anayasa", bu olamazsa "anayasa değişikliği" çağrılarıyla daha da belirginleşerek kamuoyu gündemine gelen ve bu kapsamda adı tam olarak ifade edilmeden yeni bir açılım sürecinin gerçekleştirilmek istenmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. (TBMM'nin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olmadığı, bu amaçla bir Kurucu Meclis oluşturulması ve bunun da ayrı bir işlem sürecine tabi tutulması gerektiği ayrı bir inceleme konusu olduğundan bu yazıda değinilmeyecektir.)
Yeni bir münakaşa, gerilim, kutuplaşma ve enerji kaybına neden olacak, Türkiye'nin gündeminde olmasına da ihtiyaç olmayan bu konunun ortaya atılmasının ve bunun terörle müzakere platformuna taşınarak yapılmaya çalışılmasının, iç siyasi beklentilerden kaynaklandığı, bu beklentinin de mevcut yönetimin iktidarını devam ettirmek istemesi olduğu söylenebilir.
TBMM'de anayasa için referanduma gitme oy sayısı 360, referanduma gitmeden değişiklik yapma oy sayısı ise 400 olduğundan, yönetimin ilave oya ihtiyacı bulunmaktadır. Bu nedenle terörist başına TBMM'ye gelmesi, bağlantılı olduğunu düşündüğü siyasi parti grup toplantısında, terör örgütüne silahları bırakma ve örgütü sonlandırma çağrısı yapması, bu süreçte belirtilen siyasi parti ve terörist başıyla birlikte hareket edileceği, bunun karşılığında da terörist başının cezasının affıhafifletilmesi için girişimde bulunulacağı vadedilmiştir.
Bu hususun gerçekleştirilmesinin, vatan uğruna verilen şehitlerin hatırasına saygısızlık olacağı, geride kalanların ızdırabını arttıracağı, bu uğurda hayatını ortaya koyan gazilerimizin, özellikle vatan ve millet uğruna engelli duruma gelmiş gazilerimizin acısını sızlatacağı, Türk Milletinin de içine sindiremeyeceği hesaba katılmalıdır.
Ayrıca böyle bir teşebbüs Türkiye Cumhuriyeti Devletinin terörle mücadelede başarısız olduğunu, bu nedenle terörist başından medet umduğunu gösterdiğinden Türk Milleti tarafından kabullenilebilecek bir durum değildir. Böyle bir olumsuz girişim, iç siyasi amaçlara kurban edilmemelidir.
Çağrının gerçekleşme ihtimali
-Terörist başının TBMM'de bir siyasi parti grup toplantısında konuşarak çağrı yapması mevcut kanunlar ve iç tüzük gereği mümkün değildir.
- Yapıldığını varsayalım, 25 yıldır cezaevinde olan, örgütle bağları gittikçe zayıflayan bir terörist başının örgüt üzerinde istendiği kadar etkili olması beklenmemelidir.
-Konu sadece PKK değil, onun Suriye'deki büyük kolu YPG'yi de kapsamaktadır. Çağrıların ABD'nin himaye ve desteğindeki SDG olarak nitelendirdiği bu örgüt üzerinde de etkili olması, ABD'nin BOP planı ve Kürdistan oluşturma hedefine ters düştüğünden, beklenmemelidir.
-Her iki örgütün de kökeni aynıdır. ABD tarafından kontrol edilmektedir. Irak kolu PKK terör örgütü, Suriye tarafı ise demokratik örgüt olarak kabul edilmektedir. PKK yaparsa sözde kınamakta, SDG yaparsa ses çıkarmamaktadır.
-Kandil'in, bu çağrıyı tanımayacağını TUSAŞ saldırısıyla gösterdiği, terörist başına da örgüt üzerinde kalan sempatisini de daha da zayıflatmamasını ima ettiği düşünülebilir.
-3,5 yıldır tecritte olan terörist başının, yapılmasına imkân tanınan ziyarette verdiği mesajdaki, koşullar oluştuğu takdirde bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek güce sahip olduğu ifadesinin altı oldukça boştur. Boş olmasa dahi son derece tehlikelidir.