İsrail, kuruşundan itibaren bölgede potansiyel bir tehdit olmuş ve zaman zaman da bu durumunu dinamik şekle dönüştürmüştür. Üzerinde kurulduğu Filistin bölgesindeki halkı varlığına tehdit olarak gördüğünden onlara zulmederek bölgeden uzaklaştırmaya çalışmış, uzaklaşmayanları da ya öldürmüş ya da karşı koyamaz hale getirmiş, yaşadıkları yerleri gasp etmiş, edemediği yerleri de kontrol altına almıştır. Bu eylemlerini gittikçe tırmandırmıştır.
Bir Filistin devletinin kurulmasına sürekli olarak karşı koymuş, onların yaşadıkları tüm alanları ele geçirmek için baskı, zulüm, korkutma ve sıklıkla da operasyonlar icra etmiştir. Bu eylemlerini, 07 Ekim 2023 baskınından sonra, bebek, çocuk, kadın, yaşlı hasta ayırt etmeden adeta çılgın bir düzeyde gerçekleştirmiş, bu dönemde tam anlamıyla katliam yapmış ve katliam soykırıma dönüşmüştür.
Soykırım devam ederken gönderilen yardımların Gazellilere ulaşması da engellenmiş, insanlar aç bırakılmış, çoğu çocuk olmak üzere insanlar açlıktan da ölmüştür. Şu ana kadar soykırıma tabi tutulan insan sayısı 63.000'e ulaşmıştır.
İsrail'in suç ortağı ABD
Bu soykırıma/insanlık suçuna, ABD'nin her konuda destek verdiği bilinen bir gerçektir. İnsanlar ABD bombalarıyla katledilmiştir. İsrail'in durdurulması için BMGK'da alınmak istenen kararlara engel olan ABD de suça ortak olmuştur. Dahası, Trump, Gazze'yi "Ortadoğu Rivierası" olarak turistik bir alan yapmayı önermiş, bunun için Gazze halkından kalanların göçe tabi tutulmasını ortaya atmıştır. Bölgenin Filistinlilerden temizlenmesini öngören bu açıklama İsrail'in daha da işine gelmiş olup, başlattığı işgal operasyonuna Gazze şeridi başta olmak üzere Gazze'nin tamamını ele geçirmek üzere devam etmektedir.
Operasyonun, 07 Ekim 2025'e kadar Gazze kentindeki tüm sivillerin zorla yerlerinden sürülerek orta kesimlerdeki mülteci kamplarına ve çevre bölgelere yönlendirileceği, ardından kentte kalan Hamas mensuplarına karşı kara saldırılar düzenlenerek kentin tam anlamıyla kuşatma altına alınacağı açıklanmıştır.
İsrail'in asıl amacının, Filistin'i yok etmek olduğu Batı Şeria'ya yaptığı operasyondan da bellidir. İsrail'in uluslararası hukuku yok saydığı, bu konuda ABD'ye güvendiği bilinmektedir. "Barış Sever" Trump, bu konuya hiçbir tepki göstermediği gibi "İsrail'in bileceği bir şeydir" diyerek, bundan sonra olacaklara da "yeşil ışık" yakmıştır.
Diğer taraftan BM üyesi 193 ülkeden Filistin'i tanıyan ülkelerin sayısı, İngiltere, Fransa, Belçika, Kanada, Avusturalya gibi son tanıyan Batı ülkeleriyle birlikte 157'ye ulaşmıştır. Tanıyan ülke sayısı gittikçe artmakta, bu durum İsrail'i tedirgin etmekte ve bir noktada yalnızlığa doğru itmektedir. Bu tanımalara karşı İsrail, Ürdün'ün batısında bir Filistin devleti kurulmayacağını ilan etmiş, tanımaların artması üzerine de Batı Şeria'yı ilhak etme tehdidinde bulunmuştur. Filistin'i tanıyan Batı ülkelerinin bu tehdide, İsrail'in bunun sonuçlarına katlanacağını ifade etmesi önem arz etmektedir. Son BM toplantısı da İsrail için hüsranla sonuçlanmıştır.
İsrail'in saldırıları ve işgal etmek istediği alan Filistin ile sınırlı olmaktan çıkmış, tehdit olarak değerlendirdiği bölgedeki tüm ülkeleri kapsar duruma gelmiştir.
Bu kapsamda ABD'yle birlikte İran'a yaptığı saldırı başta olmak üzere, bölgedeki Hamas ve Hizbullah unsurlarını bahane ederek özellikle Suriye ve Lübnan güney bölgelerini hedef almıştır. Suriye'deki saldırıları Şam bölgesini de içine almaktadır.
İsrail'in hedeflerinden biri de İstikrasız Suriye
İsrail, Suriye'nin üniter bir yapısına ve toprak bütünlüğüne kesinlikle karşıdır. Bunun için hedefi, ordusuz ve istikrarsız bir Suriye'dir.
İsrail Suriye'ye ordu kurmasına izin vermeyeceğini, bunun yerine güçlü bir polis örgütü kurmasını söylemiştir. Ordu kurulmasının gelecekte kendisine tehdit olacağına inanmaktadır. Bilindiği gibi Ordu'nun ülkenin tümüne hâkim olamaması ve ordu konusuna dışardan müdahale edilmesi, o devletin egemenliğini tartışmalı hale getirir.
İsrail Suriye'deki istikrasızlığı, bölgedeki iki oluşumu da kullanarak desteklemektedir. Güney bölgedeki Dürzileri destekleyerek orada fiilen özerk bir yapının oluşmasını sağlamıştır. Kuzeyde de PKK/PYD/SDG'yle ittifak sağlayıp işbirliği yaparak ve koordineli çalışarak güneyden kuzeye bir koridor (Davut Koridoru) tesis etmek üzere hareket etmektedir. Şam yönetimi de SDG'nin özerklik taleplerine karşı onunla mücadele etmektedir.
Kuzeyde bu mücadele devam ederken Batı'da da Alevilerin yeni bir siyasi oluşum kurma hazırlığına girdiği, Lazkiye ve Tartus'u, Humus ve Hama vilayetlerinin de bir kısmını kapsayacak seküler bir yönetim modeli kurmayı hedeflediği söylenmektedir.