İstemese de gelmek zorunda kaldı

İsrail-Hamas çatışmasının başlamasıyla İsrail'e ve bölge ülkelerine defalarca giderek görüşmeler yapan ve Türkiye'ye gelmekten ısrarla kaçınan Blinken, savaşın başlamasından ancak bir ay sonra Türkiye'ye gelmiştir.

Blinken'ın, bölge ülkeleriyle istişarelerinde, ABD'nin bu çatışmada takip ettiği politikasını kolaylaştırmak ve İsrail'in politikasının da önünü açmak istediği müşahede edilmiştir.

Blinken'ı Türkiye'ye gelmek zorunda bırakan sebebin, Türkiye'nin bölge etkinliğini görmezden gelmenin istişarelerinde eksiklik yarattığı gerçeğini görmek olduğu düşünülmüştür. Bu kapsamda özellikle Türkiye'den, Hamas'la ilişkisini gözden geçirmesini, ancak onunla temas da kurarak beklentilerine yardımcı olmasını, TBMM'ye sevk edilen İsveç'in NATO üyeliğinin, Meclis sürecinde oyalanacağından endişe ederek bunun da çabuklaştırılmasını talep etmek olduğu anlaşılmıştır.

ABD, üçüncü tarafları

engellemeye çalışıyor

ABD'nin buradaki politikasının, Orta Doğu'daki kalesi olan İsrail'in, kaybettiği prestijini kazanıp bölgedeki etkinliğini yeniden tesis etmesine destek vermek, Doğu Akdeniz'e yığdığı kuvvetle, kayıtsız şartsız arkasında olduğunu göstermek, başta İran ve Hizbullah olmak üzere üçüncü bir tarafın bu çatışmaya dahil olmasını önleyerek İsrail'in, sadece Hamas'la mücadeleye odaklanmasını sağlamak olduğu değerlendirilmektedir.

Ancak burada ABD'nin, İsrail'in sivillerin kadın çocuk demeden katliamına, hayatta kalanların da sürgün edilmesine, dolayısıyla insanlık ve savaş suçu işlenmesine ortak olduğuna, çıkar için gözlerini ve kulaklarını kapatan ülkeler hariç, tüm dünya şahit olmuştur.

Blinken'ın İsrail ziyaretinde, bu faciayı görmezden gelip, en önemli konunun ateşkes olduğunu atlayarak, rehinelerin serbest bırakılmasını ön planda tutması, Gazze'ye gönderilen insani yardımların yerine ulaşmadığını bile bile yardım sağlanması üzerinde durulduğunu söylemesi, Gazze halkının zorla gönderilmemesinin gerektiğini belirtmesi, sanki ortam varmış gibi nihai çözümden bahsetmesi ve bunlar için İsrail'le görüştüklerini ve çok çalıştıklarını söylemesi demogojidir ve trajikomiktir.

İsrail işgali gerçekleştirme peşinde

İsrail, önce Hamas güçlerinin yoğun olduğu Gazze'nin kuzeyini ele geçirmeye odaklanmıştır. Merkeze ulaştığını açıklamıştır. Ancak şehir muharebelerinde zayiatının artacağı, sonuca ulaşmasının zaman alacağı bilinmelidir.

İsrail, hiç çekinmeden ve insanlıktan uzak bir şekilde bombalamaya devam etmekte, bölgeyi yaşanmaz hale getirmekte ve güneye göç etmeyenlerin de Hamas'la birlikte hareket ettiğini varsayarak sivilleri katletmeye devam etmektedir. Göçe zorlanan ve ellerinde beyaz bayraklarla güneye gitmeye çalışan insanların durumu ortadadır. Bu durum, Gazze'deki Filistinlileri önce güneye, oradan da Sina Çölü'ne göçe zorlama politikasının bir parçasıdır.

Batı Şeria'da da Filistinlilerin yaşadığı bölgelerde Yahudi yerleşimcilerin kalıcı hale gelmesi, İsrail'in işgal politikasının diğer bir parçasıdır. İşgalci Yahudilerin oradaki Filistinlilere saldırıları Gazze olaylarıyla birlikte artmıştır. Yahudi işgalciler şehir merkezinde artık silahlı olarak dolaşmakta, yerleşik Filistinlileri taciz etmekte, saldırmakta, yaşamlarından bezdirmektedir. Amaç onların da bu bölgeyi terk etmelerini sağlamak, Ürdün'e göç etmeye zorlamaktır.

Amaç, İsrail'in devlethükûmet politikası olan, bölgede Filistinli bırakmamaktır. Netanyahu'nun çatışmadan sonra Gazze'nin güvenliğinden İsrail'in sorumlu olacağını belirtmesi de bu politikanın devamıdır.

ABD ise iki devletli çözüm önermektedir. Burada İsrail'le fikir ayrılığı var gibi görünse de, kastedilen iki devletli çözümde Filistin devletinin sağlıklı ve bağımsız bir devlet olamayacağı açıktır. Toprak bütünlüğü ve güvenlik gücü olmayan bağımlı bir devlet söz konusudur. Zaman içinde erozyona uğrayacak, İsrail'i nihai hedefine ulaştıracak bir çözüm olacaktır. Fark, yakın bir gelecekte mi, yoksa orta vadede mi olacağıdır.

ABD'nin Türkiye'den talepleri karşılık bulur mu