İbn Sinacı Karanfil İle Bilgelik Bilincine Doğru

Mavi Gök Yağız Yer Karanfil anlam dilinde kuvvet ve şiddet manalarına delalet edermiş. İnsan aklı kendi nefsindeki manaları varlıktaki zuhurata yükleyerek âlemi kendi nazarî aklıyla birleştirip sembollerden bir lisan var eden tek canlı. Bu yolla kullanılan lisanın yanına bir de sembol lisanı ekleyerek amma bir kültürün kendi iç iletişiminde yahut insanlığın umumileşen idrakinde oluşan bir genel iletişim ile diğerleri ile farklı bir anlaşmayı söz konusu kılıyor. Ok gönderen atalarımız okuntu kelimesi ile dilde tezahür eden davet manası içeren bir sembolik kültür iletişiminde bir savaş aleti olan oku sembolik bir dile dönüştürmüştü. Bu dili bilen birisi kendisine gönderilen okun savaş ilanı olmayıp bir davetçağrı olduğunu anlamaktadır. İnsan aklı nazarî haliyle bilme gücü iken amelî haliyle eylem gücünü temsil eder. Ürettiği her türlü dil kendi içinde bir anlaşma, iletişim ve birlikte olanın bütünlüğüne dair bir halin üretilmesi olmaktadır. Tüm bu haller içinden bilgece olan insanî durumun mutluluk gayesinin merkezinde durur. Bilgece davranmak bir insan müşterekidir. Hiçbir kültür erdemi ve bilgeliği dışlamaz. Lakin kimi zaman ve yerde mefhumuna yüklenen manalar muhteliftir. Bir kırmızı karanfil kuvvet ve şiddet sembolü olmayı hangi yorumla kazanmıştır Bunu kim yahut kimler düşünmüştür. Burada hangi bilgenin zihni ona dokunarak insanlık için müşterek bir dil üreterek karanfile bu manayı yüklenmiştir. Birisine karanfil uzatırken ona manasını anlatmak babında uzanan el kaç asırlık bir bilgeliğin ve mananın içinde uzanır Akıl kavramı modern bir sihir olarak hayatımızda geziniyor. Lakin aklın bu nazarî ve amelî hallerini düşünüp bunun farkına vardığımız oldu mu Bu aklın nasıl bilgelik üreteceğini düşündük mü Erdem kültürümüzde bir manasıyla ifrat ve tefritin ortası yani itidalli davranma olarak tabir edilir. İbn Sina'dan buraya doğru fazilet ve bilgelik bir manada bu çerçevede görüldü. Aşırılıkların ortasında bir mutedil değer üzerinden aklını nazarî ve amelî planda çalıştırmak ve hayatın içerisinde buna uygun bir dil ve semboller geliştirmek bilgece bir tasavvurun merkezinde yer aldı. Akıl işte bu bilgelik ölçüsünde bir mana içinde mefhumlandı ve tanımlandı. "Genel anlamda bilme nazarî akıl gücünün bir işlevidir. Akıl, ahlâkî fiilin belirleyicisi olduğu zaman amelî akıl adını alır. İyinin belirlenmesi sadece duyu idrak ve hazlarına bırakılırsa bu gerçek anlamdaki iyi değil gerçek olduğu sanılan iyi olur; zan ve vehimlere göre davranmak ise sonuçta insanı mutluluğa götürmez. Buna karşılık yalnızca nazarî aklın aydınlatıcı rehberliğinde küllî bir irade olarak işlev gören amelî akılla belirlenmiş fiillerle aldatıcı olmayan gerçek mutluluğa ulaşılabilir. Sonuç olarak nazarî aklın aydınlatıcı rehberliği sayesinde nefis bedenle birlikte iken kazandığı her şey fazilet, bedenden ayrıldıktan sonra kavuştuğu durum ise saadettir(Ali Durusoy, İbn SinaFelsefesi, DİA, c. 20, 1999, s. 319-322)." İşte tam burada aklımızı tanıyor sadece bilen değil eğleyen bir aklımızın da olduğunu fark ediyoruz. Yahut aklımızın bu iki işlevine vakıf olmaya başlıyoruz. İmam Maturdi'den bahsederken akıl derken bu çerçeveye kaçımız vakıfız. Pozitivist akıl mefhumuyla bu kadim bilginin bize faydası olur mu Bilgeliği övmek kategorik bir iyi evet ama bunu var edecek aklı teorik ve pratik olarak bilmek ve tatbik etmek söz konusu olmadıkça bu değer vermenin lâfzî olmanın ötesine geçmesi mümkün olmayacaktır. Burada bu farkındalıkla bakmayınca değer sistemleri ve dinlerin tüm içeriği nazarî bir retoriğe dönüşerek epistemolojik bir iklim krizi yaşanması mukadderdir. Peki, erdemler bu itidal yoluyla nasıl elde edilecek. Nurettin Topçu varolmak düşünmek ve hareket etmektir, derken bu geleneğin kadim ölçüsünü yeniden söylemiş değil midir Bu noktada insana yani kendiliğimize baktığımızda ilk olarak şehevi yani arzu gücünün itidaliyle ki bu yolla iffet erdemi elde edilir. İffet dediğimiz kavramın hayatımızda bir yer bulması nefsimizdeki bir potansiyelin mutedil hale gelip ifrat ve tefrit hallerinden kurtularak bizi bilgece bir ortalamada tutmasıyla mümkün olacaktır. Mesela kaba hırsın zarif bir azime dönüşmesi bir itidaldir. Şimdi tam burada bu bilgiyi okuyanlar, yazan da dâhil, bu erdemi nazarî aklıyla öğrendi ama ameli aklıyla hayatında neler olacak İşte burada konubir ahlak felsefesi meselesi haline geliyor. Bilenin eyleyen olduğu yerde akıl kendi işlevini tamamen yerine getirmiş demektir. Nevzat Kösoğlu kendi tefekküründe iman-amel tezadı ile bu çokça işaret etmiş idi. İnsanın, zarar ve kötülük ihtimali ile değiştirme ihtiyacı hissettiği işler konusunda gerekli olanı yapması konusu gazabî (öfke) gücünün yerli yerinde kullanılmasıyla mümkündür ve böylece şecaat(cesaret) erdemi ortaya çıkar. Cesareti erdem haline getiren ve bilgece bir cesarete sahip olmayı sağlayan işte bu itidalin ve sağduyunun oluşmasıdır. İşte bu noktada şehevi ve gazabî gücün yerli yerinde kullanılması ve insanın başına gelen önemli olaylar karşısında aşırı arzu, gazap, hırs, tamah veya korkuya kapılmayarak dayanma gücünü bırakmaması ki bu da temyiz gücünün itidaliyle mümkündür ve bununla da hikmet erdemi elde edilir. Bu üç erdemin yani iffet, şecaat ve hikmetin ve bunların çeşitleri ya da bunlardan türemiş uzantıları olan diğer faziletlerin toplanmasıyla kişi adalet erdemine ulaşır. Görüleceği üzere üzerinde çok konuşulan adalet erdemini birey ve toplum üzerinden devletten bekleyebilmek için aklın nazari ve ameli planda bahsedilen şekilde bilge bir ferdiyeti