Pamuk ipliği üzerinde bir galibiyet

Futbolun doğası tuhaftır; bazen rakip Manchester United gibi bir dev de olsa, mücadeleye sahada sadece futbolcular değil, geçmişin gölgeleri ve kırılganlıklar da çıkar. Samsun deplasmanında bırakılan iki puandan ziyade, sahadaki kırılgan oyun eleştirilerin odağına oturmuştu. Bazen bir maç, oyuncuların omuzlarında taşıdığı yüklerle başlar. İşte Fenerbahçe, İngiltere devinin karşısına bu psikolojik enkazla çıktı. Ama top yuvarlaktır derler ya, belki de Mourinho'nun takımı, en umutsuz anlardan bir direniş çıkararak kendini yeniden yaratma fırsatını bu sahada bulacaktı.

Manchester United sahaya Rashford, Garnacho ve Ugarte gibi yıldızlarını sürse de, eksik bir kadroyla yer alıyordu. Ancak Fenerbahçe'nin ne rakibin eksiklerine ne de kağıt üzerindeki isimlere aldıracak hâli yoktu. Zira her şutun kalelerinde bir felakete dönüşme alışkanlığı, geçmiş sezonların sinsice devam eden hastalığıydı. Mourinho'nun bu sezonki tek umut ışığı, kaleye gelen ilk şutun gol olmaması dokunuşuydu. Ama Manchester United farkı dedikleri de tam burada sahneye çıktı.

Fenerbahçe, oyuna konsantrasyonu yüksek ve disiplinli bir şekilde başladı. Ancak futbolun ironisi, iyi oynayanın her zaman kazanmaması değil midir Onana'nın, hatalı goller yediği kadar, absürt kurtarışlarıyla tanınan bir kaleci olduğu zaten biliniyordu. Beş saniyede iki kez En Nesyri'nin vuruşlarını çıkardığında, tribünlerde yükselen hayal kırıklığı neredeyse elle tutulur bir hâl aldı. İlk yarıyı 1-0 geride kapatan Fenerbahçe, soyunma odasına kötü sonuçla ama umut dolu bir oyunla gitti. Futbolun zorlukları da burada gizliydi; bazen iyi oynarsınız ama tabela bunu yansıtmaz.

İkinci yarıya da aynı kararlılıkla başlayan Fenerbahçe, sonunda aradığı golü buldu. Maximin'in nefis ortası, En Nesyri'nin kafasında hayat buldu. Bu gol, yalnızca skoru değiştiren bir sayı değil, oyuncuya verilen öz güvenin de nişanesiydi. Gol sonrası, En Nesyri'nin hiç beklenmedik bir açıdan kaleyi yoklaması, tam anlamıyla "öz güvenin şutuydu." Kendi yarasını sarmak isteyen bir futbolcunun ruh hâli, bazen böyle gereksiz ama cesur denemelere yol açar.

Tribünlerde artan coşku, ikinci golün geleceğine dair umutları da büyüttü. Ancak futbolun başka bir gerçeği, kırılgan anların bedelinin ağır olmasıdır. Osayi Samuel'in penaltı beklediği pozisyonda yaşanan duygu patlaması, Fenerbahçe'nin ivmesini yitirmesine sebep oldu. Mourinho'nun tribüne gönderilmesi ve Osayi'nin zorunlu değişikliği, oyun planını altüst etti. Sağ bekte Djiku, sol bekte ise aslen sağ bek olan Mert Müldür'ün oynaması, hücum organizasyonlarını sekteye uğrattı.

Osayi'nin sahada olduğu ve olmadığı anlar, Fenerbahçe'nin iki ayrı yüzünü gösteriyordu. Onun sağ kanattaki etkinliği, yalnızca bir bireysel başarı değil, takımın genel işleyişinin de teminatı gibiydi. Osayi'nin kanadı domine etmesi, Tadic'in daha rahat oynamasını sağlıyor, Fenerbahçe'nin oyununu genişletiyordu. Özellikle Ferdi Kadıoğlu'nun yokluğunda, Osayi'nin varlığı ekmek ve su kadar hayati bir ihtiyaç hâline gelmişti. Diğer yandan, Mert Müldür'ün üst üste gelen basit hataları, yorgunluğun kaçınılmaz bir yansımasıydı. Sürekli oynayan bir oyuncunun bedeninin verdiği alarm zilleriydi bunlar.